İstanbul’un Fethinin daha doğrusu kurtuluşunun 555. Yıldönümünü kutladık. İstanbul’un kuşatılması sırasında “Katolik şapkası görmektense; Türk sarığı görmeyi tercih ederiz” diyen Rumların bu düşüncelerinin temelinde bize has hoşgörü, âdil ve hakça bir düzen yatmaktadır.
İstanbul’un Fethinin kutlandığı günlerde biz de Bosna’da Fatih’in dini bir azınlığa 1463 tarihinde verdiği ahidnamenin yıldönümünü kutladık. Fatih’in gittiği en Batı nokta olan Bosna civarında Fransiskeler’e başta yaşama hakkı olmak üzere, temel hak ve hürriyetler bir fermanla tanınır; köprü yaptırılır; kiliseye yardım edilir. Bu anma toplantısının bu yıl üçüncüsü kutlanıyordu.
Avrupa’da bugün artan ırkçılık, Dünyada milletlerarası hukukun dışlanması, yabancı düşmanlığı, Türk düşmanlığı ile atbaşı giden İslâm düşmanlığı (İslâmofobi), İslâm’a terör yakıştırması gibi örnekler canlanmışken acaba 2000’li yıllar 1463’ün gerisine mi düştü diye düşünüyoruz.
Bu bakımdan başta AB yetkilileri olmak üzere kimseden insan hakları ve hoşgörü dersi almaya ihtiyacımız yoktur. Tam tersine tarihimiz iftihar edilecek örnek ve derslerle doludur. Dün de bugün de kin, nefret ve düşmanlığı tahrik ederek Dünyada barış, huzur ve siyasi istikrarın sağlanamayacağı anlaşılmalıdır. Ancak, dünü unutmamak da gerekir. Bosna’da bunun acı örneklerini gördük. Sırplarca ilk bombalanan binaların biri de kütüphaneydi. 200.000 kitap burada telef olmuştur. 250.000 kişi şehit düşmüş, birçok kayıplar verilmiştir. Birçok kadının ırzına geçilmiş, doğuma zorlanmıştır. Dağ, tepe ve statlar mezarlığa dönüşmüştür. Mezar taşlarının çoğunda yer alan ay-yıldızın Anadolu’ya mesajı vardır.
Mahkeme sırasında intihar ettiği iddia edilen katil Miloseviç’in “Ben, Bosna Nehri Vadisi’nde Türkleri durdurmasaydım; Paris kapılarına kadar gelir Kosova’da yaptıklarını yaparlardı” şeklindeki cümleleri hâlâ canlıdır. Gözü dönmüş işkenceci Sırp militanların Bosnalılara “Türk annenize …” şeklinde küfretmeleri de unutulmamıştır. Gayrimüslimlerin Müslüman olduğunda Türk olarak tanımlanması da Balkanlardaki gerçektir. Bazı Hıristiyan din adamlarının Bosna Harbinin sonlarına doğru Müslüman çocukların üç parmağının kesilip canilerin ceplerinde saklanmasının onları koruyacağını söyledikleri de bilinmektedir. Şövalye olmak (vites) bunu gerektiriyordu. Sebrenitza’da şehit edilen 8.000’den fazla Müslümandan kurşuna dizilenlere “Anavatana (Türkiye’ye) yönünüzü döndürün” komutunun verilmesi düşündürücüdür.
Bosna’nın milli sembolü olan zambak (lilan) yapraklarıyla dolu bayrağı değiştirilmiş, bir çizgiyle sarı ve mavi ayrılmış, araya da yıldızlar konmuştur. Böylece Bosna tarihinin Osmanlıyla başlatılmaması gerektiği ve Bosnalıların zorla Müslümanlaştırıldığı hakareti yapılabilmiştir. Sözde dost ve müttefiklerimiz, kendi çıkarlarına uygun her senaryoyu uygulamaktadır. Lübnan’da, Irak’ta ve diğer bazı bölgelerde mezhep ve etnik çatışmaları körükleyerek oralara egemen olmak isteyenler, yarın yeni Bosna facialarına da sebep olabilirler.
Yayınlarında Hz. Muhammed’e saygısızlık yapan Vatikan, Hırvatları maddi ve manevi destekleyerek rolünü oynamakta, Türkiye’de ise; ılımlı İslâm oyunlarından bir şeyler beklemektedir. Sırplar, arkalarına Rusya’yı ve hatta ABD’yi almışlardır. Bizim bazı Dışişleri görevlilerimiz ise; Bosna-Türkiye kardeşliğinin olamayacağını, ancak dost olabileceğimizi ifade edebilmişlerdir. Balkanlarda İran ve Suudi Arabistan bizden daha faaldir. Türkiye’yi temsilden uzak bazılarının belirli görevlerde ısrarla tutulmasını anlayamıyoruz. Ülkesinin misyonunu fark edemeyen, o heyecan ve hizmet aşkını içinde taşıyamayanlardan gerekli hizmet de beklenemez.
Anma toplantısına bizleri davet eden Bosna-Türkiye Kardeşlik Derneği’ne, ilgi gösteren aydın kuruluşlarına, siyasilere ve belediye başkanlarına teşekkürü borç bilir; Bosna’da şehit düşen kardeşlerimizi rahmet ve saygıyla anarız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder