27 Haziran 2008 Cuma

Küresel İstilânın Yeni Ortakları

Son Avrupa Futbol Şampiyonası sporun değişik boyutlarını ortaya çıkarıverdi. Sportif temasın sosyal boyutlarının ne kadar geniş olduğu anlaşıldı. Özellikle Avrupa’da Türk vatandaşlarının kimlik kaybının önlenmesinde, yabancılara karşı yönelen ırkçı saldırılara, İslam ve Türk düşmanlığına karşı adeta milli takımımızın yaptığı maçlar bir panzehir oldu. Bazıları Türkiyelilikten Türk olmaya yöneldiler. İnşallah bu mevsimlik değildir. Toplumumuz geçici de olsa kendine geliverdi. Bu gelişmelerden, kimlik kaybını önlemediği için ve yükselen milliyetçiliğe sebep olduğundan dolayı bazı sivri akıllılar, dışarının işbirlikçileri hoşlanmayabilirler.

Türk Milli Takımının başarısı; azmin, inancın, başarı yolunda şartlandırmanın ve Batıya duyulan tepkinin bir sonucudur. Bunu sadece şansla açıklayamayız. Gerek Fatih Terim; gerek futbolcularımız neyi niçin başarmanın gerektiğini fark etmişlerdi. Özellikle aşağılayıcı ve gurur kırıcı örneklerle dolu hayali AB üyeliği sürecinde olup-bitenler kollektif hafızadan çıkacak gibi değildir.

Özellikle İsviçre’nin, dinlerarası kin ve nefret tohumları eken Vatikan himayesindeki Hırvatistan’ın devre dışı bırakılması çok anlamlıdır. Bazıları spor ve siyaset ayrıdır derse de; bir çok ülke bunun tersini yapmaktadır. Barselona Olimpiyatlarında olimpiyat ruhunu zedeleyen haçlı tişörtlerinin bedava dağıtılması ve yoğun Hıristiyanlık propagandası unutulmamıştır. “Yarı finallerde Türkiye’nin önü kesilmeli” diye yazan Avrupa gazeteleri her halde sadece saç rengimizden hareket etmemektedirler. Bizi final oynamaya layık görmeme, insanları ötekileştirme ve yükselen ırkçılık maalesef spora da yansımaktadır. Biz yok farz etsek de… Bazıları bizi Avrupalı görmediği için bu Şampiyonada da bulunmamızı yadırgamaktadır.

* * *

Geçen hafta yakın tarihimizin bazı sayfalarını aralamaya çalışmıştık. 27 Mayıs 1961 sonrası Anayasanın sağladığı hürriyet ortamında bu hürriyetlerin nasıl istismar edildiğini, Cumhuriyete ve milli devlete sosyalist bir rejim ile nasıl makas değiştirttirilmek istendiği ortay konmuştu. Tabi bu arada asıl amacın, Atatürkçülük örtüsü altında nasıl gizlendiğinin ortaya koymuş ve bazı kaynaklar vermiştik. Aslında bu konuda çok belge ve kaynak var. Bugün hayali bir AB üyeliği uğruna tavizler vermeyi dışa açılma ve demokratikleşme zanneden güruh; o tarihlerde Türkiye’yi Suriye yapmaya uğraşıyorlardı. Türkiye gerçeklerinden uzak, halka rağmen halkçılık tutkusu peşinde olan, yanlış yönlendirilen bazı gençler de devrime kır veya şehir gerillası yoluyla ulaşacaklarını zannediyorlardı. Bu gençlere yapılan en büyük hakaret; devrim yapacaklarını zanneden ağabeylerden gelmekteydi. Atatürk’ü milli devlet kurduğu için suçlayan, O’nu Sovyet modeli bir halk Cumhuriyeti kurmadı diye “burjuva Kemal” olarak suçlayan zihniyet, bugün kendine nasıl olur da ulusalcı diyebilir. Aslında ulusalcılar da kendilerini bunlardan ayırmalıdır. Milli devletten, Atatürk’ten ve Cumhuriyetten yana olmayanlar bugün ulusalcı diye takdim edilemez. Bunlar efsaneleştirilerek gençlere örnek gösterilemez. Eğer gösteriliyor ve bir sevgili hatırlatılmak istenerek diziler çevriliyor ise; bunların Atatürkçülük ile ve ulusalcılık ile hiçbir ilişkisi yoktur. Bunları gördükçe çocukluk yıllarımda Eminönü Meydanı’nda yılan gösterip kaliteli diye kalitesiz jiletleri satanları hatırlıyorum.

68 Kuşağı içinde sol veya aşırı sol kesimde yer alan insanların hepsini kötü niyetli tabiî ki göremeyiz ama; kullanılanlar kullanılmayanlardan daha fazla ise; 68 kuşağını da aklayamayız. O dönemde TİP’in (Türkiye İşçi Partisi) maksatlı ve yönlendirici çabalarına neden âlet olunmuştur? Macaristan’da ve Çekoslovakya’daki milli uyanışların Rus askeri müdahaleleri ile bastırılmasına karşı çıkan, “yerli ve güler yüzlü Sosyalizm” hayallerine kapılan Mehmet Ali Aybar neden partiden uzaklaştırılmıştır? O’nun yerine getirilen Behice Boran Atatürkçü ve Sovyet modelini dışlayan bir ulusalcı mıydı?

Hafıza kaybına ve saptırmalara dayanarak gerçekler gizlenemez. Genç nesillere yanlış örnekler verilemez. Hele bugün klasik ideolojilerin kan kaybedip çöktüğü; milliyetçi-küreselci ve teslimiyetçi ayırımının netleştiği bir ortamda daha dikkatli olalım. İnsanlarımızı dünün yanlışlarına tekrar yönelterek küreselleşmenin milli devletleri yok edici, siyasi ve iktisadi niyetlerini gizlemesine ortak olmayalım. Onlara arzuladıkları yeni alanlar açmayalım.

Hiç yorum yok: