Türkçe, kültürümüzün temel direklerinden birisidir ve bizim ses bayrağımızdır. Çoğu zaman Türk olmaktan, Cumhuriyetçi ve Atatürkçü olmaktan bahsederiz; ama Türkçe’yi ikinci plâna atarız, ona yeterince değer vermeyiz. Nasıl olsa o, bizimdir. Akademik hayatta yükselmede Türkçe’yi geri plâna atarız. Meselâ; doçentlik sınavlarında adayların eserleri arasında Türkçe kitap, makale varsa; bunlar son derece düşük puan alır. Ne yazıp yazmadığına ve kaliteye değil; yabancı dille yazıp yazmadığına bakarız. Türkçe dışında televizyon yayını yapmayı demokratikleşme zannederiz. Hele emir Brüksel’den gelirse; önünde hiçbir şey duramaz.
Bir ara Gagavuzya’daki üniversitede Türkçe Bölümü’nün ilgisizlik dolayısıyla kapatılması, din adamı ihtiyacının da Ortodoks Yunanistan’dan karşılanması yanlışı çoğumuzun dikkatini bile çekmemiştir. Çünkü; Türkçe zaten bizimdir. Üniversitelerimiz milletlerarası toplantılar yapar; ama bez afiş ve ilânlarda toplantının tanıtımı sadece İngilizce yapılır. Aslında, kendi kendimize saygımız yoktur.
Son günlerde Türkiye’de Almanca eğitim öğretim yapan bir üniversitenin açılması gündemdedir. Aslında, Almanca bilim dili olmaktan oldukça uzaklaşmıştır. Anlaşılan bu üniversite Almanya’nın insangücü arz ve talep tablosuna göre şekillendirilecek ve oraya hizmet verecek.
Bunlar konuşulurken acaba Almanya’da durum nasıl? Alman dostlarımız,
Almanya’daki TC vatandaşları veya çift vatandaşlığa geçenler hesaba katılarak Türkçe ve Almanca eğitim öğretim yapacak bir üniversite çalışması var mı? Almanca öğreten Goethe Enstitüsü gibi Türkçe öğretiminde uzmanlaşan bir Ahmet Yesevi veya Yunus Emre Enstitüsü var mı? Din derslerinde Müslüman çocuklara Hıristiyan Alman hocalar Almancalarını geliştirmek amacıyla derse girmiyor mu? Acaba Türkçe derslerine karşı Türk veliler ve öğrencilerdeki ilgisizlik sadece onlardan mı kaynaklanıyor? Türkçe’nin karne notuyla sınıf geçmeye tesir eden bir ders olmamasında ısrar neden? İki dilli okul denemelerinde nasıl mesafe alındı? Almanya’da 0-20 yaş grubundaki çocuklarımızın büyük bölümü bugün yeterli bir eğitim ve öğretimden uzaktır. Bir kısmı okulu terk etmiştir. Vatandaşlarımız artık Almanya’da misafir olmaktan çoktan uzaklaşmışsa; o ülkenin ayrılmaz bir etnik parçası olmuşsa; bunların anadilleriyle eğitim öğretim hakları neden gözetilmez? Mütekabiliyet (karşılıklılık) diye bir prensip vardır. En azından buna uyulmak durumundadır. Almanların en son Berlin’de derslerde başarısız gençlere oturma izni vermeme kararı aldıklarını basından öğreniyoruz. Böyle bir insan hakları ihlâli ve ayrımcılık, milletlerarası antlaşmalara uyuyor mu?
Bütün bunların çözümü; adam gibi adam, devlet gibi devlet olmaya bağlıdır. Biz bunları içeride tartışmıyoruz. Tam tersine siyasette hırçınlaşma, Brüksel köleliği, hukuk devletini parti devletine çevirme, askeri darbeler yerine sivil darbeler yapma, basını kontrol altına alma, meclis dışı muhalefete geçit vermeme, kurumlar arası maça dönen üstünlük kavgaları, Cumhuriyeti dışlayan demokrasi anlayışı, anti-Türk ve devlet düşmanı eylemler gündemi meydana getiriyor. Ülke çıkarları, iktidarlara karşı korunur hale geliyor.
İşimize geldiği zaman demokrasi diyoruz, Anayasa Mahkemesi’nin kararını hukuki kabul etmiyoruz; diğer taraftan demokrasiyi amaç değil; araç olarak kullanmaya çalışıyoruz. Bir siyasetçimizin dediği gibi; “Amacımıza ulaşana kadar demokrasiye bağlıyız” şeklinde demokrasiyi bir tramvay gibi görüp istediğimiz durakta ondan inilebileceğini zannediyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ortalığı toza dumana veriyoruz. Konuyu TBMM’nin değil de; sanki iktidar partisinin iç sorunu gibi ele alıyoruz. Ama, Anayasa Mahkemesi’nin kararı karşısında TBMM diyoruz. Olumlu ve olumsuz taraflarıyla milyonların katıldığı Cumhuriyet mitinglerini ideolojik olmakla suçluyor, devşirme ve hazır kıta olarak isimlendiriyoruz. Şehit cenazelerine katılanları yine “hazır kıtalar”, “terbiyesizler” olarak ve “tabut siyaseti” yapmakla suçluyoruz. Zaten yarım olan Yargı bağımsızlığını ortadan kaldırıcı beyanlar vererek Yargı’nın yerine geçiyoruz. Yargı mensuplarına hakarete varan suçlamalar yapıyoruz; hatta hedef gösteriyoruz. El altından bazı basın organlarının Yargı’nın görevini yüklenmesine göz yumuyoruz. Yargısız infazlara, siyasi linç girişimlerine fırsat veriyoruz. Şemdinli örneği, Elif Şafak davası ve çete suçlamaları demokrasi terbiyesi ile bağdaşmıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder