-Üstadım, ben de, fıkralara Temel gibi, konu olmak üzereydim.
-Anlat bakayım Kertenkele! Konu nedir, Temel’le ne alakan var senin?
-Üstadım, bir gün, Temel’e tanımadığı biri “Ne kadar espritüelsiniz.” demiş.
-Sonra?
-Temel, her ihtimale karşı, onu vurmuş.
-Bu fıkranın seninle ilgisi ne?
-Doktor, bana sen “aleksitimiksin” dedi. Az kalsın, onu vuracaktım. Bana küfretti sandım. Üstadım, bana doktor niçin öyle dedi?
-Kertenkele, “aleksitimi “, yeni bir terim. Duygu sağırlığı, duygu körlüğü gibi sözlerle karşılanıyor Türkçemizde. Psikiyatrist Kemal Sayar, bu kişilerin, duygularını tanımakta, tanımlamakta, anlatmakta zorluk yaşadığını söylüyor. Bazı duygulara kapalı olmak, bazı duyguları yaşayamamak veya yaşanan duyguları aktaramamak, hep aleksitimi olarak ifadelendiriliyor. Gördüğüm kadarıyla sende duygularını dillendirme yoksunluğu yok; sadece yoğunluktan kaynaklanan bir duygu sağırlığı var. Saplandığın duyguların, başka duyguları yaşamanı engelliyor. Buna ne denir, bilmiyorum; ama fanatiklerde görülen bir ruh hali seninki. Gömüldüğün duygularında o denli yoğunlaşıyorsun ki güneşin, yoğunlaştıkça yıldızları karartmasına benziyor bu halin.
-Üstadım, beni ne kadar güzel tanımışsınız ve tanımlıyorsunuz! Ben ancak bu kadar anlatılabilirim. Size göre ben aleksitimi ve tedaviye muhtaç değilim, değil mi?
-Tedaviye muhtaçlığımız, ruhumuzun ve bedenimizin, yaşamamız için belirlenen standartların altında ya da üstünde olmasıyla belirlenir. Bizde ve çevremizde rahatsızlık uyandıran her belirti, tedaviye muhtaçlığımızın işaretidir. Sözgelimi, bir ağrıdan bedeninin herhangi bir uzvu rahatsız oluyorsa siz bedensel olarak tedaviye muhtaçsınız. Davranışlarınızdan, tutkularınızdan, öfkenizden ya da sevginizden siz ya da başkaları rahatsızsanız tedaviye muhtaçsınız. Takıntıların var mı, öfkelendiğinde zapt edilmez biri mi oluyorsun, sevgin kısa sürede nefrete dönüşüyor mu, başkalarının önemsedikleri sana önemsiz, başkalarının önemsemedikleri sana önemli mi geliyor; bunların tamamının ya da birinin olması, size tedaviyi gerekli kılabilir. Biz, her durumda orta yol denen ölçüyü terk etmemeliyiz.
-Üstadım, Temel, Almanya’da, otoyolda ters yola girmiş. Bunu gören polis, bir taraftan Temel’i kovalıyor, bir yandan da diğer sürücülere, “Dikkat, dikkat; bir araç otoyolda ters istikamette hızla ilerliyor!” diye anons ediyormuş. Anonsu duyan Temel de “Ne bir araç, bu memlekette bütün araçlar ters gidiyor.” diye söyleniyormuş. Bunun gibi, bu memlekette nedense bazıları, benim güldüklerime hiç gülmüyor, anlamsız bulduğum şeyler için yeri göğü inletiyor. Bende mi yoksa bu insanlarda mı bir tedaviye muhtaç hal var?
-Kertenkele, önce şunu bilmeliyiz: Duygular yok edilmez, sadece yön değiştirir. Duyguların şiddetini ve yönünü kişinin yaşı, beklentileri, çevresi, dünya görüşü belirler. Çocukluğumuzda duygularımızı harekete geçiren bir durum, ileri yaşlarda bize anlamsız gelebilir. Beden gibi, duygular da eğitilebilir. Frekansı iyi ayarlanamayan duygular kişiye ve çevreye zarar verebilir. Bize değer katan duyguların yüksekliği de bizi harekete geçiren değerle orantılıdır. Herkes, kendi kitabına göre konuşur, düşünür. Kişi olarak, yönlendirdiğimiz duygulardan da sorumluyuz. Sevgimiz, öfkemiz, merhametimiz, küskünlüğümüz, kinimiz, gururumuz, hüznümüz, kederimiz ne için, neye karşı oldu? Duygularını doğru nedenlere yönlendirmişsen senin korkmana, kendinden şüphelenmene gerek yok. Duygularının sonunda ortaya çıkan eserin niteliği, duygularının doğruluğunun ya da yanlışlığının aynasıdır. Duygu pusulasını doğru kullanan kişi, herkesin “Eyvah!” dediği o günde yaptıklarından pişmanlık duymaz. Bazen, “Bilmiyorum, görmedim.” demek nasıl erdemse bazı duygulara sağır olmak da erdemdir. Bu sağırlık, kişiyi ayrıcalıklı kılar.
-Üstadım, o kadar veciz cümleler söylediniz ki, bunların hangisi sorumun cevabı oldu, anlayamadım.
-Demek ki sende anlama sağırlığı var. Kulağını dört aç. Zihnin uyanık, duyguların istikamet üzere olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder