6 Ocak 2009 Salı

Dün Sosyalist, Bugün Etnik Irkçı

Haksız ve belgesiz sözde Ermeni iddiaları karşısında sahte imzalarla özür dileyenlerin attıkları imzanın bedeline de katlanmaları gerekmiyor mu? Bazı köşe yazarlarının ve TV'lerde program düzenleyenlerin çevre tepkisinden neden rahatsız olduklarını anlayamıyoruz. Bu özür belgesi ismen bizden olan bazı vatandaşlarımız için bir utanç ve ihanet belgesi olmalıdır. Daha doğrusu; bu bir ihanet özgürlüğü talebidir. Aslında bu ilk de değildir. Her milli davada Türkiye düşmanlığı bunlar için tek yoldur. Türk Milletini tahrik edenlerin rahatsız olmalarına da sebep yoktur.

Ülkemize karşı yönelen haksız suçlama, garip talep ve dayatmaların dayandığı kaynak hayali AB üyeliğidir. Bazıları maalesef, imtiyazlı üyeliğe bile razı olur hale gelmişlerdir. AB, son olarak bor madenini de tehlikeli madde görmüş; müzakere sürecinin tam üyelikle ilgili olmayan teknik bir uyum süreci olduğunu kabul etmemiştir.

AB'nin 2009 yılında Türkiye'ye 566 milyon Euro fon aktaracağı anlaşılmaktadır. AB'nin, bu fonun 233 milyon Euro'sunu Ankara'nın etkinliğini azaltıp Ankara'ya alternatif bölgesel yönetimleri güçlendirmek yolunda kullanacağı ortaya çıkmaktadır. Mahalli İdareler Temel Yasa Tasarısı kanunlaşmak için bekletilmektedir. Türk Silâhlı Kuvvetleri üzerinde sivil baskıyı arttırmak ve yapay azınlıklar yaratarak azınlık haklarının güçlendirilmesi de işin bir başka yönüdür ve desteklenecektir. Osman Gazi'den Fatih'e, Fatih'ten Atatürk'e kadar milli lider, önder ve tarihi şahsiyetlerin yıpratılması, sıradanlaştırılması, Anayasanın değiştirilmesi, milli tepki ve direncin zayıflatılması gibi çalışmalar da gayet tabii fon desteği alabilecektir.

Türkiye Ankara'dan yönetilmediği sürece; Lozan Sevr'e çevrilecek, olmadık tavizler verilip Türkiye Türkiye olmaktan çıkarılabilecektir.

Türkiye belirli bir yöne, çıkmaz bir sokağa doğru yöneltilmiştir. Son yayımladığımız kitaba "Yol Ayrımındaki Ülke" ismini koymamız bundandır. Türkiye'ye attırılan adımlar demokratikleşmenin ve Kopenhag Kriterleri'nin sanki bir gereğiymiş gibi takdim edilmekte ve kamuoyu çirkin bir şekilde yanıltılmaktadır.

Ülkemizde insanların mahalli dillerini yasaklamak da; bunları Dünya dili olan Türkçe'nin karşısına rakip gibi dikmek de, TRT'yi bu işe soyundurmak da son derece yanlıştır. Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi ortam, bu teşebbüsün vatandaşların mahalli dillerine saygı olarak yorumlanamaz. Bugün talepler, kültürel haklar olmaktan çıkmış; milli ve üniter devleti parçalayıcı, egemenliği paylaşmaya dönük, vatandaşlığı reddeden federal taleplere dönüşmüştür. TRT'de Kürtçe yayın, eğitimde ve çalışma hayatında fırsat eşitsizlikleri yaratacak ve vatandaşlarımızı birbirine ötekileştirecektir. Bu uygulamanın bütünleşmeye (entegrasyona) darbe niteliğindeki bir önemli adım olduğunu ileride göreceğiz. Etnik bir sorun olmaktan çok; politik bir sorun olan ırkçı Kürtçü hareket bunu kullanacak ve güç alacaktır. Vatandaşın Türkçe'yi anlamakla ilgili bir sorunu olmadığı TRT'nin 1992, 1994, 1998 ve 2000  yıllarında yapılan 15 ili, 14 ve yukarı yaş grubunu ve 2500 kişiyi kapsayan araştırmalardan bellidir. Bazıları Türkçe'yi bilmesine rağmen konuşmamaktadır. Genç nüfusun Türkçe'si oldukça gelişmiştir. Bundan rahatsız olunmaktadır. TRT, yapılan bu araştırmaları gözardı mı etmektedir? O zaman bu araştırmalar neden yapıldı?

Türkiye'de belirli mihraklarca hazırlatılan raporlarda görülen pozitif ayrımcılık geçerli bir yol değildir. Bazı vatandaşları imtiyazlı kılmak yanlıştır. Anayasamızın başta 10. Maddesi olmak üzere birçok maddesine aykırıdır. "Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir" ilkesi eşitlik ifade eder ve çokkültürlülüğü reddeder. Hak ve hürriyetlerin hiçbirisi dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayrımına dayanarak nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak kastıyla kullanılamaz. Birçok ülke ve ABD pozitif ayrımcılıktan çoktan vazgeçmiştir. Eritme (asimilasyon) bize yabancıdır. Eğer asimilasyon olsaydı; bazıları yanlış bir şekilde genelleyerek Kürt sorunundan bahsedemezlerdi. Asimilasyonla entegrasyonu birbirine karıştıranlar, eritmenin ne olduğunu Almanya, Fransa, ABD gibi ülkelere, Batı Trakya, Kosova, Bosna, Kuzey Irak ve Doğu Türkistan gibi bölgelere bakarak öğrensinler.  

Diğer taraftan dün sosyalizmi savunan bazılarının bugün etnik ırkçılığı desteklemeleri de bir çelişkidir. Dün sözde emperyalizme karşı çıkanlar, bugün küresel emperyalizme ve emperyal demokrasiye çanak tutmaktadırlar. Demek ki; bunlar dün de emperyalizmin paralı askerleriydi.

Hiç yorum yok: