Yabancı "Mahalle baskısı" tartıştırmaları gündemi oldukça meşgul etmektedir. Bir dönem abartıları ile muhafazakâr kesim üzerindeki baskı ve insanların hür iradesini sınırlayan örnekler esas alınarak mahalle baskısından bahsedilmiştir. Daha sonra bir başka araştırma ile bu bulgular yön değiştirmiştir. Bu defa Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerine, kuruluş ve var olma gerekçesine, milli kimliğimiz olan Türk kimliğine, Cumhuriyete, milli ve üniter yapıya bağlı olanlar üzerinde bir baskı ortaya çıkmıştır. Ancak bu özelliklerin hepsinin yerine lâik olma sebebi öne çıkarılmaktadır.
Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti'ne başta Anayasası olmak üzere yön değiştirilmek istendiği, temel giriş maddeleri ile oynandığı, dış dayatma ve baskılar ile terörle mücadele, vakıflar ve TCK'nin 301. Maddesi başta olmak üzere; bazı zorlamaların yapıldığı görülmektedir. Milli ve üniter devlet yapısının bozulması için ortaya konulan ve ihanete varan teklif ve düzenlemelere karşı duranlara son bir senedir yargısız infazların yapıldığı, tutuklamaların ve ev aramalarının sürdüğü görülmektedir. Hukuk devletinin herkese lazım olduğu düşünülürse; özgürlükleri kısıtlayan ve hukuk devletini yıpratan siyasi baskılardan bağımsız olmayan bu çirkin örnekler de birer "mahalle baskısı"dır.
Ancak yukarıda belirttiğimiz baskı örnekleri sadece bizim ve iç mahalle baskısı olarak da ele alınamaz. Bu baskı sindirme ve bastırma hedefli çabaların altında bir "yabancı mahalle baskısı" olduğu gözardı edilemez. Gerek AB-Türkiye ilişkileri olmaktan çıkıp AB emir ve dayatmaları şekline dönen ilişkiler, gerek tek patron ABD'nin ve Büyük Orta Doğu Projesi'nden kaynaklanan baskılar, yerli ve milli kalabilmiş unsurlar üzerinde işleme konmuştur. Bu yabancı mahalle baskısını ve dış dinamikleri hesaba katmadan sadece iç dinamikler ile ortaya çıkan mahalle baskılarından bahsetmek gerçekleri örtmektir.
Aslında tarih tekerrür ediyor. İkinci Dünya Harbi sonlarında uzun yıllar Almancı ve Almanlara hoş görünmek için çeşitli yayınlar yapanlar, siyasi tavır alanlar, Rusya içlerinde Almaların bozguna uğramasından sonra birden yön değiştirmişlerdir. Bu defa Sovyet Rusya'ya yaranabilmek uğruna; siyasi beyanlar ve yayınlar, milliyetçi aydınlara yapılan baskı ve işkenceler birbirini izlemiştir. 3 Mayıs 1944 Türkçülük davası unutulmamıştır.
Günümüzde; ülkeleri bölen, iktisadi hayatı iflas ettiren, ekonomik ve finans kuruluşlarını küresel sermayeye özelleştirme şeklinde peşkeş çektiren, üye ülkeleri üye olduğuna pişman eden AB'nin dayatmaları bir bir gerçekleştiriliyor. Macaristan'daki siyasi ve iktisadi çöküş Letonya'da zirveye çıktı. Sanayi ve finans kuruluşları bir bir yabancıların eline geçen bu ülke Abramoviç'e başvurarak ülkelerinin satın alınmasını istediler. Önümüzdeki yıllarda Yunanistan ve tam üye bile olmadan Türkiye de aynı tehlikelerle karşı karşıyadır. Hiç kimse "üye olmasak da AB standartlarını tuttururuz" karartması yapmasın.
Türkiye mahalli ve etnik dillerin kullanımına çekince koymuş olmasına rağmen; devletin televizyonu olan TRT'de Kırmançca adı altında 24 saat yayına geçiliyor. Bazılarının Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nun kaldırılmış olmasından istifade ettikleri anlaşılıyor. Demek ki bu yasayı bunun için kaldırmışız. Devletler etnikliğe, etnik dillere göre değil; ortak milli değerlere ve devletin resmi diline göre yayın yaparlar. Devletin dili bayrak ve hükümranlık göstergesi olan para basımı gibidir. Türkiye'de Kürt adı verilen bir kısmı Kürtleşmiş Türkmen Aşireti olan insanlarımızın devlet televizyonun eli ile ötekileştirilmesi bir Anayasa suçudur. Anayasanın giriş maddeleri ve üstelik TRT Yasası çok açıktır. Ama emir büyük yerden gelince; yasa ve anayasa dinlenmemektedir.
Sosyal bütünleşme; boy, aşiret, mezhep, kabile ve etnik taassubun ortak milli mutabakat ve değerlerin önüne geçirilmesi değildir. Bütünleşme etnik ırkçılığın, kendi kendinin ötekileştirmenin aşılmasıdır. İlkel etniklik dediğimiz etnik merkezli taassubun (etnosantrizm)in bütünleşmeyi değil; farklılıkları kutsallaştırarak çözülmeye sebep olacağı gözardı edilemez. Güney ve Kuzey Kürdistan laflarının, federal yapı ve toprak talebinin gündeme getirildiği bir ortamda bu gaflet affedilemez. Bu çarpık uygulama Irak'ın Kuzey'indeki uluslaşmayı ve siyasi yapılanmayı güçlendirip Türkiye sınırlarına taşan bir merdiven olacaktır. Her ciddi devlet ne yapıyorsa biz de onu yapalım. Çözülme ve ufalanmayı sosyal bütünleşme zannetmeyelim. En son Gazze'de yüzlerce sivil insanın ölümüne, binlercesinin yaralanmasına sebep olan soykırımı İsrail'in savunması olarak değerlendirenlerin oyununa gelmeyelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder