Bugün kullanmakta olduğumuz Türkçe, tarih içinde kazandığı bütün incelikleri ve ses zenginliklerini maalesef büyük ölçüde kaybetmiş bulunmaktadır. Artık konuştuğumuz lisan Hamdullah Suphi'lerin, Peyami Safa'ların, Necip Fazıl'ların konuştuğu ahenkli güzel Türkçe değil, ağzımızda geveleyip durduğumuz, kulağa hoş gelmeyen bir Türkçe'dir. Bu itibarla, Yahya Kemal'in "Bu dil, ağzımda annemin sütüdür..." dediği güzel Türkçemizin korunması hususunda elbirliğiyle gereken hassasiyeti göstermemiz icabetmektedir.
Ancak, günümüzde uydurma kelimeleri kullanmak o kadar yaygın hale gelmiş bulunmaktadır ki, kimin iyi, kimin kötü niyetli olduğunu anlamak ta mümkün değildir. Yeni yetişen gençlerimiz ise okulların, TV'lerin, basının ve çevrenin tesiri ile kesif bir uydurukça dilin telkini altında kalmaktadır. Bunun neticesinde de masum geçlerimiz, daha küçük yaştan itibaren dil hususunda yanlış bir yola girmiş olmaktadırlar. Diğer taraftan yaşları en az altmışı geçmiş yetişkinlerimiz de bilerek veya bilmeyerek uydurma lisanı kullanmakta, bazıları da kendilerinin yeni nesile ayak uydurduklarını zannederek bu kelimeleri şuursuz bir şekilde kullanmaya devam etmektedir.
Burada üzüntü veren bir husus vardır ki, o da baba ile oğlun, torun ile dedenin birbirlerini anlayamaz hale getirilmeleridir. Bu husus ise çok üzücü bir durum meydana getirmekte olup, bu günün gençliğini, dünün Mehmet Akif'ini, Ömer Seyfettin'ini, Peyami Safa'sını anlayamaz duruma getirmektedir.
Bilindiği üzere, lisan nesiller arasında kültür devamlılığını sağlamanın en önemli vasıtalarından birisidir.
Dil meselelerine, gönül veren kafa yoran Prof. Dr. Mehmet Kaplan'da bu hususta derin bir üzüntü duymuş olacak ki, bir yazısında,
"Faciayı düşününüz. Bugünkü nesiller için Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Halide Edip, Yakup Kadri, Reşat Nuri, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, hatta Sait Faik'in eserleri anlaşılmaz hale gelmiştir. Bir milletin kütüphanesi ancak böyle yıkılabilir. Bugünün öğrencilerine bu yazarlardan birinin eserini veriniz, manasını anlamadığınız kelimelerin altını çiziniz deyiniz, sayfaların simsiyah olduğunu göreceksiniz. Suç elbette gençlikte değildir. Onların tarihi ve milli kültür kaynaklarına gitmesini engelleyen zihniyettir." demektedir.
Hocamız bu ifadelerinde yerden göğe kadar haklıdır. Zira İstiklal Marşımızı sözlüğe bakmadan kaç öğrencimiz anlayarak okuyabilir. Bahsi geçen eserler en fazla 70-80 sene öncesine ait bulunmaktadır. Bu kadar kısa bir süre içerisinde eserlerin yeni nesil tarafından anlaşılamaz hale gelmesi son derece üzücü ve düşündürücü bir hadise olarak görülmektedir.
Üzülerek ifade edelim ki, bugün artık memleketimizde uydurmacılık bulaşıcı bir hastalık haline gelmiş bulunmaktadır. Hocamız Prof. Dr. Necmeddin HACIEMİNOGLU'nun ifadeleri ile uydurmacılık hastalığına yakalanan insanlar çeşit çeşit, tip tip ve sürü halindedir. Muhterem hocamız bu insanları iki gruba ayırmaktadır.
"1-Hainler Grubu 2- Gafiller Grubu
Hainler grubunun mensupları uydurmacılık akımını neden ve hangi maksatla desteklediklerini gayet iyi bilmektedirler. Yaptıkları işin şuurundadırlar. Dışardan ezeli ve ebedi Türk düşmanlarından emir ve talimat almaktadırlar. Niyetleri kötüdür.
Gafillere gelince:
"Gafiller maalesef sayıca hainlerden daha çok ve daha zararlıdırlar. Çünkü robot gibi güdülür, kukla gibi oynatılabilirler."
"Bunlarda çeşit çeşittirler. Ancak hepsinde ortak olan bir vasıf vardır ki o da cehalettir. Hiçbiri dilin mahiyetini, cemiyet ve milletle olan münasebetlerini bilmez. Hepsi kültürümüzün zenginliğinden habersizdir."
Yukarıda izah edilen sebeplerle dilimiz uzun yıllardan beri olduğu gibi bugün de tam manasıyla yıkıcı bir propagandanın tesiri altında kalmaya devam etmektedir. Bu yıkıcı davranışların, kötü emellerin ne zaman son bulacağına dair herhangi bir kuvvetli ümit ışığı da görülmemektedir. Bu işleri düzeltip dil meselesini normal mecrasına koyacak olan mekteplerimiz ve üniversitelerimiz de üzülerek ifade edelim ki, tam manasıyla gaflet içerisinde bulunmakta olup, hatta dilde yozlaşmaya çanak tutmaktadırlar. Başta Devlet TV kanalları olmak üzere bazı özel TV kanalları ile bir kısım basının tutumları ise tamamen vurdumduymaz bir davranışı sergilemektedir.
Bu cümleden olarak, güzel Türkçemizin yaşatılıp asli yapısının bozulmadan nesiller arasındaki dil ve kültür birliğinin devam ettirebilmesi için en azından Devletimizin bu hususu Milli mesele addetmesi ve Türkçe'nin kurtuluş savaşını başlatması gerektiği kanaatini taşımaktayız.
Diğer taraftan, lisan meselesinin ehemmiyetine müdrik olan, bu işe gönül koymuş insanların en azından, güzelim hayat yerine yaşam, imkân yerine olanak, şart yerine koşul, kelime yerine sözcük, sebep yerine neden, hafıza yerine bellek, hayal yerine imge, delil yerine kanıt kelimelerini kullanmamaları en halisine temennimizdir.
Netice itibariyle, dil milletleri millet yapan mühim unsurlardan birisi olmanın yanında, güzel konuşmanın güzel yazmanın da en güzel bir ifade tarzıdır. Bu sebepledir ki, güzel konuşup iyi eserler meydana getirilebilmesi, milli birliğimizi bozmadan nesiller arasındaki bağın devam ettirilebilmesi için, dilimize sahip çıkmak bir vatanseverlik olarak mütalaa edilmektedir.
Bir önceki yazımızda da ifade edildiği üzere, dil sevgisi, vatan sevgisi, ana sevgisi gibidir.
Yahya Kemal'in bir şiirinde ifade ettiği gibi, "Türkçe ağzımda annemin sütüdür."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder