Atalarımız sözleri ile tecrübelerini ifadelendirerek bizlere ders alacak güzellikler sunmuşlardır. Atasözleri olarak ifadelendirilen bu sözlerden biri, Mart ayı ile ilgili olandır. Bilinir, Mart ayı çoğu defa ilk günlerinde insanların aldanmalarına vesile olan baharın sıcaklığı ile hitap ediverir! Sonrasında birde bakarsınız ki kara kış gerçek yüzünü gösteriverir... Neyse bu yıl mevsim şartları itibarı ile Mart, yağışı ve soğu ile doğrusu kapıdan baktırmadı. Fakat bir başka anlamda, Muhsin Yazıcıoğlu'nun vefatıyla, sosyal hayat içerisinde bizleri tam mânâsı ile kapıdan baktırdı...
Mart ayının son günlerine girilirken Dünya ekonomik krizinin yansımasının tesirleri karşısında alınmaya çalışılan tedbirlerle birlikte Türkiye, daha çok 29 Mart Mahalli Seçimlerine kilitlenmişti. Kimilerine özellikle de AKP yetkilileri ve bağlılarına göre, AKP, bu seçimleri alıp götürecek, hatta %50'lerin üzerindeki bir oy oranıyla rekorlara koşacaktı!.. Sağduyulu tahminlere, bu arada naçizane benim tahminime göre, AKP iktidar partisi olarak yıpranmışlık içinde en fazla %42'leri yakalayabilirdi. Çünkü görünen köy kılavuz istemeyecek kadar açıktı. Önce kriz teğet meğet geçme durumunda değildi. Üstelik Türkiye'nin dünden yarına kronik olarak devam eden pek çok ekonomik sorunu vardı. Bunların en önemlileri arasında, düşmekte olduğu iddiasına hiçbir zaman katılmadığım işsizlik sorunu bulunmaktaydı. Özellikle de Türkiye'de "diplomalı işsizlerin" her geçen gün daha da sıkıntılı bir hayat içinde bulundukları bilinendi. Buna, bir de Klâsik Kapitalist Ekonominin döngü noktalarından biri olan "kaydî para veya sanal para krizi" olarak adlandırılan yapıdan kaynaklanan Dünya Ekonomik Krizinin doğurduğu talep eksenindeki daralma eklenince, sıkıntının üretime intikali ve dolayısıyla işsizliğe tesir edeceği kaçınılmaz olacaktı. Böylece kim ne derse desin, dünya ekonomik krizinin ülkemize yansıyan yüzlerinden birinin işsizlerimizin sayısının artmasına vesile olmasıydı. Bununsa seçim sonuçlarına yansımadığını söylemek herhalde mümkün değildi.. Gerçekte, belki çokça gün yüzüne çıkarılmayışından veya fazla seslendirilmeyişinden olsa gerek ülkemizdeki iç piyasa şartlarının çok uzun zamandan beri sıkıntılı bir süreç içinde bulunduğu ve fakat arka plânda kaldığıydı. Orta halli esnafın, tüccarların meselâ ülkenin ekonomik atar damarlarından kabul edilen İstanbul'da Perşembe pazarı tüccarının, yani orta gelir gruplarının sıkıntılı bir hayat tarzı içinde bulundukları görülmekteydi. Bütün bunlara bir de özellikle orta gelir gruplarının banka kredi kartı macerası eklendiğinde, seçimlerde AKP'nin veya herhangi bir iktidar partisini olumsuz bir şekilde etkilenmesi kaçınılmaz olacaktı. Şurası açıktır ki ekonomik içyapı sıkıntılarına bir de dış kaynaklı kriz eklendiğinde bundan herhangi bir iktidarın oy kaybına uğramaması düşünülemez. Yukarıda bahsettiğimiz temel sebeplere, IMF ile yapılması gereken anlaşmanın gecikmesi ve bazı çevrelerin çeşitli gerekçelerle bunu olumsuz malzeme yaparak propaganda aracı haline getirmesi de üstüne üstlük olmuştur. Ayrıca sn Başbakanın zaman zaman fevri ve toplum üzerinde olumsuz etki yapan ifadelerle dolu seçim konuşmaları yapmasının da oy kaybına sebep olduğunu söylemek pekâlâ mümkündür. Konuya seçim sürecinde Başbakanın adeta tek başına hareket edişinin üzerinde de durmak gerekir. Bu faydalı olmuş mudur? Sorgulanması gerekir... Zira inanıyorum ki bu tek başına takım anlayışında teşkilatlar dikkatli ve yoğun bir seçim çalışması yapmaktan ziyade Başbakana kilitlenmiş gösterilere tâbi olmuşlardır. Kısaca genelde var olan teşkilat tembelliklerine bir de ''sadakatli tembellik" eklenmiş olmaktaydı. Gerek teşkilatların gerekse yöre milletvekillerinin bünyelerindeki iç çekişmeleri yerel yapıya aksettirmeleri ise doğru adımların atılmasını önlediği gibi hatta karşı kampı teşkil edecek davranışlara da yol açmıştır.
Bu kadar olumsuzluklar içerisinde buluna bir iktidar karşısında, arkasına medya gücünü alan CHP'nin sıçrama yapması tabii idi. Kazancından kayba uğramış görünen AKP karşısında CHP'nin kan kaybının durulduğu ise açıktır. Fakat bunun büyük bir gelişme olarak gösterilmesi kanaatimizce sorgulanması gereken bir konudur. Zira demokrasi hayatımızın bilinen gerçeği, bugüne kadar ülkemizdeki sol potansiyelin ve/veya CHP'nin, +/- %2 değişkenlik içerisinde, %'30'larda bir oy yapısına sahip olduğudur. Ayrıca unutulmaması gerekir ki AKP'nin iktidara geldiği günden itibaren, kendilerini ilerici kabul eden kesim yoğun bir şekilde rejimin değiştirileceği korku ve tedirginliğine sürüklenmiştir. Böylece bu kesim, bir anlamda, kendi dağınıklığından kaçınarak hedefli oy kullanma noktasına teksif olmuştur. Ancak bütün bunlara rağmen son seçimde CHP İl Genel Meclisinde %22,2 ve Belediye Başkanlıklarında da % 28,3 e varmıştır. Yani !.: Cevap kendi içindedir ve %30'lara varma çabasındadır.. CHP'nin Trakya'daki kazançları eskiden beri bilinendir. İzmir'den Mersin'e uzanan sahil şeridindeki kazancını tabii bulmakla birlikte ekonomik kriz ortamının bunda müessir olduğunu da söylemek gerekir. Ancak kimilerinin ifade ettiği gibi bunu "modernliğin" bir başarısı olarak göstermek, karşısında bir cephe oluşmasını yani bir başka ifade ile "kozmopolit" varlığı çağrıştırır ki, bu da demokrasimiz adına en basit tabiri ile yeni bir ikilemin doğmasına sebep olur.
Yerel seçimlerin kazanan ve kaybedenlerine dikkatle bakıldığında, asıl sıçramaların MHP, SP ve DTP de olduğu görülecektir. Özellikle DTP deki sıçramanın, yapılmakta olan tavizli politikaları da hiçe sayarak, tam bir etnik tavır sergilemekte olduğudur. Kısaca 29 Mart 2009 mahalli seçimlerinde asıl kazanan şüphesiz Türk Demokrasisidir ve hemen her seçim sonuçları için söylediğim gibi, Türk halkının sağduyusunun eseridir. Ancak CHP'nin sayım işlemlerinin yapıldığı zaman diliminden birkaç saat sonra ekranlarda ''mızıkçılık '' yapmak üzere harekete geçmesi bana pek garip gelmedi ve nedense bu işin bileni olan 1946 seçimlerini hatırlattı....
Hiç şüphesiz Yerel Seçimler üzerinde, herkesin kendi eğilimi yönünde, daha pek çok şey söylenecektir... Mart ayı ise, ne acıdır mevsime bağlı olarak değil de sosyal hayatımız açısında pek çok kimseyi yeniden kapıdan baktırmıştır. Çünkü değerli kardeşimiz Muhsin Yazıcıoğlu'nun ve arkadaşlarının elim bir kaza sonucu aramızdan ayrılmaları Mart ayında gerçekleşmiştir.
Vatan sevgisi ile dolu bu insanın erken aramızdan ayrılışı üzücü olduğu kadar bir beklenmeyendir; Söylenecek söz ise Takdir-i İlahiden başka bir şey değildir.
Sivaslıların seçimlerde gösterdiği vefa örneği ise, Türk insanının gönüllere yansıyan güzellik örneklerinden biridir.
Törenlere ve yapılan konuşmalara gelince, durup düşünmek mecburiyetinde olduğumu hissettim. Sorgulamak istediğimse, dostlarının ve halkın samimiyeti yanında, birilerinin protokoller olarak ''tabasbus kokan'' davranışlarının varlığıydı! Bu arada büyük düşünürler olarak ün yapmış olan bazı konuşmacıların, güçlü bir dünya görüşünü, Muhsin Yazıcıoğlu ve BBP'sini anlatırken "MHP'nin rakı içmeyeni olarak" ifadelendirmesini medyamızın kâzip şöhretlerinin seviyesini vurgulaması açısından dikkatle izlememiz gerekir.
Her şeye rağmen inananların dualarının Muhsin kardeşimizle oluşu insana huzur vermenin ötesindedir. Cenab-ı Hakk'ın Rahmeti üzerinde olsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder