Son günler de ülkemiz okumuş yazmışları arasında Darwin teorisi bağımlılığından Osmanlı düşmanlığına uzanan malum iddialar silsilesinin yeniden gündeme geldiği gözlenmektedir. Bu tablo bizim neslimiz açısından gerçekten yadırgayıcı olmaktan çok uzaktır. Öğrenim yıllarının başlangıcını ailedeki anlayışın tamamen farklılaştığı bir zeminde ve tek partili bir rejimin ideolojik yapısı içerisinde dünya görüşünü olgunlaştırma veya olgunlaştırmaya çalışmak durumunda olan bizim neslimizin, çapraz ateşte kaldığını söylemek hiçte yadırgatıcı olmamalıdır.
Her şeyden önce Osmanlı devletine karşı yapılan bilgisiz, şuursuz ve saplantılı hücumları, belirli zümreleri yakından tanıma şanssızlığına sahip olduğum için, hiçte yadırgatıcı bulmadığımı söylemek istiyorum. Zira bu ahkâm kesicilerin büyük kısmı ile, üç aşağı beş yukarı, hemen aynı zaman diliminin nesilleri olarak ilkokul, ortaokul ve lisede sadece sayfa sayıları artan Emin Oktay'ın tarih kitaplarının tek boyutlu bilgilerinin ezberciliğiyle karşı karşıya bırakılmıştık. Tek partili sistemin irdelenmeye, analiz etmeye, yeni bilgilerle donanmaya müsaade etmeyen öğretim sistemi içersinde, eğer aileden veya çevreden başkaca kaynakların açılımını sağlamaya açık kafalar bulamamışsanız, materyalizm çöplüğü ve inkâr bataklığında sayfa sayıları artan tekrarcılıktan kendinizi kurtarmanız mümkün değildir. Hâlbuki yıllar, eğer gerçek anlamda samimiyseniz, tarihî saplantılardan kurtulmanın imkânlarını önünüze sunmuştur. Özellikle 1980'li yıllardan itibaren, Osmanlı arşivlerine inilerek elde edilen bilgilerden yararlanma şansı doğmuştur. Ayrıca bırakınız Batılı tarihçileri içimizden Osmanlı tarihi konusunda zirve isimler gündeme gelmiş ve bu isimler bütün dünyanın hayranlığına ulaşmışlardır. O halde Osmanlı düşmanlığı saplantısında olan ahkâm kesicilerin, ülkemizde pek çok sahada görüldüğü üzere, her şeyi bilmeden bilenler zümresinden olduklarını ifade etmekten başkaca, sanırım bizlere söyleyecek bir şey kalmamaktadır. Ayrıca dilerdik ki bu bizim saplantılı okumuş-yazmışlarımız, hiç değilse kendilerine önder ittihaz ettikleri ve hayran oldukları bazı Batılı devlet ve aydınların Osmanlıya gıpta ile bakmakta olan eserlerini okuyarak anlayacak kadar samimiyetleri olabilseydi! Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, belki Osmanlı ile ilgili bağların koparılmasında, yeni rejimin ayakta tutulabilmesi için gerekli olduğu düşünülebilir. Ancak tarihin atalarının inkârı ile yazıldığı hiçbir zemin ve zamanda vaki olmamıştır ve olamayacaktır. Ama ne yapalım ki, bizim aydın kisvesi giymiş okumuş yazmışlarımız bilmeden bilgiçliği, araştırmadan ahkâm kesiciliği kendilerini ihtiyar ederek fasit dairelerine ve tilmizlerine hitap etmeyi tercih etmektedirler. İnanırlıkları mı? Bunu halka yansıttığımızda cevabı çok açık olarak gazetelerindeki tirajlarda veya daha geniş düşünüldüğünde, demokratik seçim sonuçlarında aldıkları paylarda açıkça ortaya çıkmaktadır.
Bu konuyu düşünürken geçtiğimiz günlerde çok değerli büyüğüm Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu hocamızın Arşivimde olan bazı notlarını karıştırıyordum. Türk fikir hayatının ve fikir adamlarımızın bugüne uzanan çizgisinin ender isimlerinden biri olan hocamız, kendi zaman dilimindeki örneklerden de yola çıkarak günümüze de yansımış prototip aydınlar hakkındaki düşüncelerini şu cümlelerle ifade etmektedir: ''Fikir adamlarımızdan Ziya paşa, Namık Kemal gibi isimler, ülkenin içinde bulunduğu yıkıntıdan kurtulması için öncelikle milletin sahip olduğu manevi değerlerle ayakta tutulması gerektiğini, Batıdan sadece gereken maddi değerleri alarak ülkenin geliştirileceğini savunmuşlardır. Bu, meşrutiyete kadar devam etmiştir. Meşrutiyetle birlikte ise aşağılık duygusunun ağır bastığı, manevi değerlerimizin en çok yıprandığı bir zemin ortaya çıkmıştır. Batının materyalist anlayışından esinlenerek gelen yeni kuşak, belki Hıristiyanlığı almamışlardır ama materyalizm ile dini, terakkiye mâni bir değer olarak ortaya atmışlardır''.
Tek partili zaman diliminin baskıcı yapısından demokratik ortamın serbestliğine geçişteki gelişme trendinin, çokta çabuk bir şekilde kendini yeni ortama alıştırabileceğini düşünmek tabiatı ile pek mümkün değildir. Üstelik rejimin bütün kaynaklarından istifade etmiş olan okumuş-yazmış kadrolarının ve bağlı olarak yeni burjuvazinin hemen bütün elindeki imkânları, derhal başkalarına devretmek olgunluğuna sahip olmasını beklemek sanırım abesle iştigaldir. Zira "al gülüm ver gülüm kaynakları" ellerindedir ve birbirlerini pohpohlayarak, ödüllendirerek kâzip şöhret basamaklarını tırmanmak veya tırmandırmak kolay bir güzergâhtır! Onlar için halk kolay yönlendirilen, istedikleri yöne çekilebilen, gerici, başı örtülü bir güruhtur! Seçim zamanlarında '' halka inmek'' tabirini kullanmaları bile halka hangi nazarla baktıklarının açık bir delilidir. Gerçekte halkla bu okumuş yazmışlar arasındaki illiyet derecesinin yansıması DP döneminden beri çok açık ve sarih olarak ortaya çıkmıştır. Kısaca aydınımızın(!) sahtekârlık ruhundan kurtulma zamanı gelip geçmektedir. İnancım o dur ki yeni nesiller önlerindeki bu kâzip şöhretleri geride bırakarak milli değerlerine sahip ve kendilerine yol göstermekte olan gerçek âlimler Halil İnalcık, Kemal Karpat, İlber Ortaylı gibi büyük tarihçilere sahip olma şansını da yakalamıştır. Osmanlıyı anlamak mı? Bırakınız bu kendini beğenmişler, birbirlerinin kulaklarını yarattıkları tabularının arkasından yeni sığınaklar yerleştirmeye devam etsinler...
Darwin'e gelince... 2009 yılının UNESCO tarafından ''Darwin Yılı'' ilan edilmesi dolayısı ile TÜBİTAK'ın ''Bilim ve Teknik'' dergisinin Mart sayısının kapak konusunu Darwin'in evrim teorisine tahsis eden yapısından vazgeçmesi üzerine yine yukarıdaki malum çevrelerin kopardıkları kıyamet, değişmeyen bir şeyleri bize hatırlatmaktadır. Bunlar için tek doğru kendilerinin iddia ettikleri veya saplandıkları teorilerdir. Oysa herkes tarafından bilinen bir geçektir ki bilimsel teoriler de yenilenmek için vardırlar ve teoriler saplantılarla tabu haline getirilmedikleri ahvalde bilime esas teşkil ederler. Üstelik bilim teorileri hükümlerin, çeşitli maddi değerlerin gelişme ve yenileşmesine yol açtıkları sürece gelişimini sürdürmektedir. Ayrıca bilinmesi gerekir ki Darwin'in evrim teorisi Hıristiyanlığın Teslise dayalı inanç sistemine karşı bir başkaldırı niteliği taşımaktadır. Üstelik bir devlet kurumu olan TÜBİTAK'ın bu dergiyi neşretmiş olduğu yıllardan günümüze neredeyse 120'ye yakın Darwin ve evrim teorisi üzerinde makale neşretmiş olduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Bunu göz ardı etsek bile, bu gün Hıristiyan dünyasında da artık dibe vurmuş bir teori olarak tartışılan evrim meselesinin hâlâ devletimiz eliyle gençlerimizin beyinlerine zerk edilmesini talep etmeyi bir tarafa bırakınız, bir dergi kapağının değişmesini demagojik ortama sürüklemeyi, sanırım bizim aydınımıza(!) has bir nev-i yobazlık kabul etmekten başka çaremiz yok görünmektedir. Sahi bir başka şey daha var. Bu da, kendilerini maymundan gelmiş kabul edenlere "hayırlı olsun" demekten başka elimizden ne gelir, dersiniz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder