9 Mart 2009 Pazartesi

Sözde Açılımlar ve Hocalı Soykırımı

Türkiye son yıllarda öyle güzel yönetiliyor ki, "TRT'de dilimizi kabul ettiniz. Şimdi de toprağımızı kabul edeceksiniz" diye ortalıkta dolaşan mahlûklar türedi.  Vatandaşlığı reddeden, ayrı egemenlik peşinde koşan etnik ırkçı takım ve bunların  dıştan icazetli savunucuları gündemi oluşturuyor.

Bugünlerde herkes Türkiye nasıl ufalanır diye komisyonlar kuruyor, raporlar hazırlıyor. Bunlara bazı  emekli general ve halktan uzak bazı eski büyükelçiler de dahildir. Cehalet ve kafa karışıklığı öyle bir noktaya gelmiş ki; bu zatlar anayasa ve Avrupa hukuku ile çelişen etnik ve ırkî esaslı partileri kabul etmek bir tarafa; onlara daha hoşgörülü davranmamızı istiyorlar. Birçok alanda ferdi hak ve hürriyetler kollektif haklara dönüştürülerek Türkiye'nin önüne dikilmek isteniyor. Eğitimden iktisadi hayata kadar ısmarlama düzenlemeler, sözde "açılımlar", bilimsel alt yapısı olmayan sadece siyasi  tertipler, düzenlemeler oldukça arttı.

Devletlerin işi ona buna imtiyaz tanıyarak pozitif ayırımcılık yapmak değildir. Ama Türkiye'de bunun tersi oluyor. Anayasanın 3. maddesi "Dili Türkçe'dir diyor." Yine 10. madde "herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebepler ile ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir" demesine rağmen; eşitlik bozuluyor. Dışarıya hoş görünmek ve hayali AB üyeliği süreci uğruna  toplumun bir amuda kalkmadığı kaldı. Mahalli dilleri kullanarak milli devletleri ufalamak ve mikro uluslaştırma süreci yürütülüyor. İnşallah bu tehlikeli gidişat aklı selim sahibi siyasetçilerce demokrasi içinde durdurulabilir ve biz de gerçekten "hamdolsun" deriz.

Bazılarımız o kadar pişkin ki; üç senedir kendini iyiden iyiye hissettiren, işsizliği arttıran, üretimi perişan eden, tarımı çökerten, iş yerlerini kapattıran iktisadi bunalımı son 2008 sonlarında kendisini gösteren küresel krize bağlayıverdi.  Dış borç ve cari açık ve ihracat düşüşü bizi hiç ilgilendirmiyor.  Mahalli seçimlere giden Türkiye'de  mahalli sorunlar ve projeler tartışılacak yerde; üslup ve seviyesi çok düşük mahalle kavgaları meydanlarda yapılıyor.

26 Şubat 2009 tarihi, Karabağ'da Ermenilerin 613 kişiyi katlettiği Hocalı Soykırımının 17. yıldönümü idi. Bununla ilgili haberler maalesef sadece TRT'de ve bazı  yayın organlarında çıktı. Kollektif hafıza bazı şeyleri çabuk unutuyor. Değişik sorunlar ile karşılaştığında ise şaşırıp kalıyor. Soykırımı nöbetine tutulup Türkiye'yi hedef alanların, "Biz de Ermeniyiz" diye tepinen devşirmelerin, kendi devleti ile başkaları adına kavgalı olanların Hocalı'daki katliamlardan alacakları  çok dersler vardır.  106'sı kadın, 83'ü çocuk hunharca  şehit edilen  613 kişi dışında 900 kişi de kayıptır. Ortaya çıkan sonuçları itibari ile; Sayın Cumhurbaşkanı'nın Erivan'a yaptığı maç ziyareti tam bir dış politika skandalıdır. Bir ara TRT'de oynatılan "Sarı Gelin" belgeselinin okullardan kaldırıldığını öğreniyoruz. Türkiye'nin yönetiminde Ermeni diasporasının etkisi ne ölçüdedir sorusu ister istemez akla geliyor. 28 Mart 2009 Cumartesi günü Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği İstanbul Temsilciliği tarafından düzenlenen "Hocalı ve İnsan Hakları" konulu bir toplantıya oturum başkanı olarak katıldım. Kardeş Azerbaycan'ın İstanbul Başkonsolosu Sayın Sayyad Adiloğlu Salahlı'nın ilgi çekici konuşmasını dikkat ile dinledim. Ayrıca Prof. Dr. Adil Allahverdiyev, Ahmet Demirci ve Nermin Çakır'ın konuşmacı olarak katıldıkları  toplantıyı   her şehirde tekrar etmek gerekir.  Bu vesile ile  Hocalı şehitlerimizi 17. yıl dönümünde rahmet ve saygı ile anıyoruz. Onları unutmayan ve unutturmamak için çabalayanları da tebrik ediyoruz.

Biz Türkler tarih boyu  biyolojik ve kültürel soykırımlarıyla ve insanlık dışı baskılar ile karşı karşıya kalmışızdır. Buna rağmen, haksız ve belgesiz bir takım iddialar ile suçlanmışızdır. Bütün bunlara rağmen, meselâ  eski Van'da 80 bin kişinin öldürüldüğü bilinmesine rağmen, bunun bir anıtı yoktur. Binlerce kişi  Rumeli'nden Anadolu'ya baskı ve göç dolayısı ile yollarda telef olmuş olmasın rağmen, Edirne'de bir muhacir anıtını dikmeyi düşünmemişizdir. Sadece birbirbirimizle uğraşmayı iyi biliyoruz. Etnik bölücü ihanet ve ırkçılık diz boyuna çıkmış olmasına rağmen, hâlâ  yeni Ümraniyeler yaratma ve her olayı ona bağlama merakı içindeyiz.

Hiç yorum yok: