14 Mart 2009 Cumartesi

Tahtaravallideki Ülkem

Mahalli Seçimlere doğru siyasi parti çalışmaları yoğunluk kazanırken siyasi ortamın sertleşmesine beklemek normal kabul edilebilir.  Ancak bu durumda bile bugünkü sertleşmeyi anlayabilmek oldukça güç görünebilir. Oysa aklımın ermeğe başladığı 1950 seçimlerinden bu yana, muhalefet, ki genelde CHP anlamını taşımaktadır, hiç bir zaman ülkede huzurlu bir ortamın varlığına ne tahammül göstermiş, ne de bunun gerçekleşmesine müsaade etmiştir.

Tekrar tekrar dile getirmekten usanmadığım üzere halk tarafından gerçekleştirilen 14 Mayıs 1950 Beyaz Devriminin akabinde CHP, önce Meclise girmeyerek sonra Cumhurbaşkanı Celâl Bayar'ın Meclise gelişinde ayağa kalkmayarak, bir kaç ay sonra da  " Ege Taarruzu",  evet kelimesi kelimesine düşmana karşı başlatılmış taarruz ifadesi ile, bir propaganda şavaşı (!) başlatarak güzel ülkemizdeki demokrasinin nasıl bir safha taşıyacağının altını çizmiş oluyordu. Sonrasında 1953 yılından itibaren 1960 darbesine uzanacak çizgide cunta çalışmalarına yataklık yapan yapısılya CHP, darbeler seyrinde sadece Ecevit'le bir direnç gösterecek kadar halkından kopuk olacaktır. Doğruluğu kendilerinden menkul saplantılar "tabular" ihdas etmekten ise hiç bir zaman kaçınılmayacaktır. Bu anlayışta beyazlar, bazı söylenilenlerle çelişse de, hep kendilerine aittir. Siyahlar ise halkın her dönem iktidara taşıdığı karşı partilere! Tabularsa hep olacaktır. En fazla da, 1938-1950 arasında üstüne şal atmaya çalıştıkları Atatürk'ün etrafında kurdukları örgüyle sürdürülecektir.

Bütün bunlar nereden aklıma geldi. Can Dündar'ın Atatürk için yapmış olduğu belgesel etrafında koparılan CHP menşeli yaygaraya,  birde daha düne kadar kara çarşaflı diye horgördüklerine CHP rozetini takma davranışını eklendiğini görünce, ister istemez, dünden bugüne uzayan hatıraları bir kere yaşayacaktım. Sahi Atatürk'ü kalıplara bağlı sevmenin dışında, insan olarak, zaaflarıyla ve değerleriyle birlikte sevmek olamazmıydı! Öyle anlaşılıyor ki, bu ifade yanlış. Zira şurası kesin Atatürk'ü paravan yapanlarca Atatürk'ün beşer olmaktan çıkarılarak ötekileştirilmesi gerekmektedir. Görünen o ki bizim nesilllerimiz fiili veya muhtıralı darbelerle dolu demokrasi şekilciliğinin 60 yılını geride bırakırken, hâlâ yenemediği veya daha doğru bir ifadeyle, aşamadığı "korkutmacı, öcü gösterici tabuculukla" sivil bir Anayasaya kavuşması engellenmektedir. Ne acı!

Tabular, saplantılar, korkular ve öcüler !.. Bir de buna dışardan körüklenen parçalayıcı unsurlara yataklık yapan ideologları, siyasileri ve aydınları (!) eklediniz mi Türkiye'de kaos ortamını tahrik etmenin kolaylaşacağı açıktır. Ayırımcılık mı? Bunu tek partili susturulmuş dönemi inceleyeceklere bırakmak en doğrusu olsa gerek! Ama ya arada yaşananlar! Önce halk onlar nezdinde "Çarıklı erkânı harpti " ; sonra gerici, yobaz ve kuyruk sıfatları eklenecekti buna... Sonuç alınamayınca da ideolojik sapmalara yol açacak 1961 Anayasası ile sağ-sol kavgasının başlatılması gündeme getirilecekti. Güney-Doğu Anadolu'da CHP destekli TİP'in kuruluşuna kaynaklık ediş, Alevilerin tahriki bu güzergâhtaki başkaca denemelerdir.

Bunları hatırlayarak Alevilerin geçtiğimiz hafta Ankara'da tertipledikleri büyük mitingi seyrediyordum. Bu sırada kendi aralarında birlik oluşturamamış bu kitlenin arkasındakileri düşünmekten kendimi alamadım. İçerde DTP ve CHP! Ya dışardakiler! Dışardakiler, zaten Türkiye üzerinde oynanan her oyunda bildikler değilmiydiler? Adı şu veya bu devlete bağlı olarak şekillendirilebilir veya Avrupa Parlementosu, AİHM gibi kurumsallaştırılabilir. Ama biz, nedense eskilerden vazgeçtik, 1. ve 2. Dünya savaşında Batılıların birbirlerine yaptıklarına Soykırım dilyebilmek cesaretini hâlâ göstermekten uzağız. Neden?

İşte bu soruların altında Türkiye'nin G-20 toplantısına davet edilişi gündemdeydi. Her şeye rağmen Türkiyemiz belli bir noktadaydı. Kısaca 1950'li yıllarda başlayan kalkınma hareketlerini doğrusu hep göz ardı ettirmeğe çalışarak bu günlere gelmiştik. Oysa Türkiye'nin 1960'lardaki, 1971'lerdeki, 1980'lerdeki darbelere, kısa fasılalarla da olsa CHP zihniyetli iktidarlara rağmen,  ülkemizin iki yüzü aşan dünya devletleri arasında ilk 20'de olmasının kıvancını yaşamamız gerekmez miydi!... Dünya Ticaretinin  % 70-80'lerine hükmeden 20 devletin arasında olmak! İşte bunu, kafasından veya göbeğinden bağlı veya ideolojik saplantılı olmayan ciddi münevverlerimizin dillendirerek ortaya koymaları gerekmez mi? Türkiye 1950'lerde neredeydi, 1960'a gelindiğinde Menderes'le nereye vardı...  1965'den 69'a ve 1980'den 1988'e neleri gerçekleştirdi ve nasıl bir Dünya devleti haline geldi? Şimdilerde ise nasıl G-20'ler arasında yerini aldı? AB dediğimiz mi? Onu daha çok konuşacağız...

Hiç yorum yok: