Her milletin bayrağından başka, bağımsızlık sembolü olan bir de milli marşı vardır.
Bizim milli marşımız da en büyük Türk- İslam şairi olan Mehmet Akif Ersoy’un milletimize armağan ettiği, Türk milletinin hürriyet aşkının en güzel ifadesi olan “İstiklal Marşı”dır.
İstiklal Marşımız bağımsızlık savaşının yapıldığı sırada yazılmıştır. O günleri yaşayamayanların bunu anlaması çok zordur. Herkes nefsine ait her şeyden vazgeçmiş, memleketin kurtuluşundan başka bir şey düşünmez olmuş, şahsi emeller bir tarafa itilmiş, bütün fikirler bir noktada toplanmıştı. Hak ve istiklal tek hedefti.
Düşman güçlü ve acımasızdı. Ülke ise harap ve bitap bir durumdaydı. Yediden yetmişe herkes mücadele etmek zorundaydı.
Şimdi size bu mücadeleden, Çanakkale’den ve İstiklal Marşının yazılışından ve bizim için öneminden kısaca bahsetmek istiyorum.
Yıl 1897
Cephe Dömeke: Paçamıza salınan Yunan ordusuyla hesaplaşıyoruz. Hemen arkasından Makedonya’da varlık mücadelesi veriyoruz.
Yıl 1911
Osmanlı mirasından Libya’yı koparmak isteyen İtalyanlarla savaşıyoruz. Trablus savaşı bitmeden Balkanlar alevleniyor, oraya koşuyoruz. Karşımızda Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karabağ yani haçlılar.
Anadolu’nun tertemiz gençleri evlerine dönemiyor, Balkanlarda kalıyor bu kez imparatorluğun sınırları Edirne de çiziliyor.
Yıl 1914
Cephede bütün vatan… Yine kan, barut, ateş ve gözyaşı… Bu ateşin içinde yine biz. Üstelik imparatorluğumuzun merkezi kendi içine kapanmış iktidardan pay kapmaya çalışırken, Allahu Ekber dağlarının buz cehennemine 90 bin vatan evladını şehit veriyoruz.
Ve Çanakkale;
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkazı beşer
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak
Boşanır sırtlara, vadilere, sağanak sağanak
Dünya’nın en güçlü, en teknik, en eğitimli orduları, dünyanın en yorgun milletine saldırıyor
18 büyük zırhlı
24 denizaltı
13 torpido gemisi ve uçaklardan oluşan müttefik kuvvetler, günde ortalama 23 bin mermi gönderiyor mevzilerimize. Bizim elimizde ise çoğu eski demode olmuş 150 top var. Atılabilen mermi sayısı ise sadece 370 dir. Bu açığı kapatmak için bulunan tek yol ise mevzilere soba borusu yerleştirip top görüntüsü vermekten ibaret.
Yahya Çavuş, Seyit Onbaşı, Kınalı Murat gibi serdengeçti delikanlılarımızın fedakarlığı sayesinde “Çanakkale geçilmez” oluyor.
Ancak müttefiklerimizin mağlubiyetleri direncimizi kırıyor başkentimiz dahil vatanımız dört taraftan işgale uğruyor.
Yeni savaşın adı “İstiklal savaşı”dır.
Tam bir ölüm-kalım savaşı!
Parola “Ya İstiklal Ya Ölüm”
Çete baskınlarıyla başlayan mücadele gitgide yerini düzenli ordulara bırakırken yorgun milletin ruhunu canlandırıp moralini takviye edecek bir “İstiklal Marşı”na ihtiyaç duyuluyor…
Yıl 1921
Maarif vekaleti tarafından açılan 500 lira nakit para ödüllü “İstiklal Marşı” yarışmasına tam 724 şiir geliyor. Oluşturulan jüri hiç birini beğenmiyor. Şiirler çala kalem sırf para için yazılmışa benziyor.
Oysa istenilen şiiri yazabilmek için anonim imanın ruhuyla ruhlaşmak gerekmektedir.
Bu öyle bir şiir olmalıdır ki yıllar süren savaşlardan yorgun düşmüş bu milleti ayağa kaldırmalıdır. Tarih boyunca yaşanan acılar yansıtılmalı geçmiş geleceğe buğulanmalıdır
Bu şiiri ancak yüreğini Peygamber yüreğinin ritmiyle bütünleyebilmiş bir şair yazabilirdi. Çünkü şiire konu olan millet, islamı yüzyıllarca zirvede tutmuş bir milletti.
Akif yarışmaya katılmamıştı, çünkü para için yazmak istemiyordu. Onun hatırına para ödülü kaldırılmıştı. Bundan sonra M. Akif Ankara da ki Taceddin dergahına kapanıp İstiklal Marşımızın ilk mısrasını ilk kelimesini “besmele” eşliğinde yazıyor.
“Korkma!!!”
Bu kelime Peygamber efendimizin Mekke’den Medine’ye hicreti sırasında sığındığı mağarada muhteşem yol arkadaşı Hz. Ebu Bekir’in endişelenmesi üzerine söylediği teselli cümlesinin ilk kelimesinden alınmıştır.
Korkma ey Ebu Bekir Allah bizimle beraberdir.”
Yüreğini ilham kaynağına kilitledikten sonra marşın gerisini hızla getiriyor.
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumuzun üstünde tüten en son ocak
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak
O benimdir, o benim, milletimindir ancak.”
Eserini 17 Şubat 1921 de tamamlayıp Maarif Vekaletine gönderiyor. Akif’in şiiri T.B.M.M.’nin 1 Mart 1921 tarihli oturumunda okunurken milletvekilleri tarafından dakikalarca ayakta alkışlanıyor.
Bu ruh öyle bir ruhtur ki;
Bir anne evladını uğurlarken: “ Oğlum” babanı; Dimetoka’dan dayını Şıpkada, ağabeyini; Çanakkale de kaybettim. Sen benim son evladımsın.
Sen dönmezsen ben Allah’a emanet
Git sende git!
Minareler ezansız, camiler Kur’ansız kalacaksa sende git diyen, vatanı ve dini için oğullarını gözünü kırpmadan şahadete gönderen mübarek anaların ve ölüme gül bahçesine girme sevinciyle giden evlatların ruhudur.
İşte bu anaların soylu davranışları neticesinde hürriyetin yakınlığını bağımsızlığını bu millete ve bayrağa yakıştığını ifade eden İstiklal Marşımızın son kıtası:
Dalgalan sende şafaklar gibi ey nazlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımızın hepsi helal
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal
Hakkıdır hür yaşamış, bayrağımın hürriyet
Hakkıdır, hakka tapan milletimin istiklal!”
Merhum Akif’e, bugünlerde de sayıları hızla artan bütün şehit ve gazilerimize Allah(c.c) den rahmet dilerim.
Mekanları cennet olsun.
29.06.2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder