31 Ağustos 2007 Cuma

Elli Yaşındaysanız, Hayat Nasıl?


— Kertenkele, ilk defa, tuhaflayacağın; ancak hoşuna gidecek bir şey yaptım. Çok beğendiğin, Fransız yapımı dizi film Cedric’i, sırf seni anlayabilmek için seyrettim.



— Bir yaşıma daha girdim. Yaşasın, büyüdüm!



— Söyle bakalım. Cedric’te senin en çok hoşuna giden nedir?



— Hoşuma giden özel bir durum yok; ama oldukça akıcı ve içten bir senaryosu var. Her bölümü ayrı bir macera. O diziyi seyrederken kendimi kaybediyorum.



— Kertenkele, her sanat eseri bir düşünceye dayanır. Bir elmayı yerken elmayı yediğinizi düşünürsünüz; ama bir yandan doğru ya da yanlış birtakım ideolojilerin etkisinde kalırsınız. Sanırım, sen henüz bunun farkında değilsin.


— Üstadım, siz bu filmde ne buldunuz?



— Cedric’in, “Sekiz yaşındaysanız…” diye başlayıp devam eden cümleleri dikkatimi çekti. Nakarat haline gelen bu cümlelerini oldukça anlamlı buldum.



— Üstadım, siz Cedric’in sekiz yaşında olduğunu bilmiyor muydunuz?



— Kertenkele, benimle konuşmalarında, saçmalamana bazen tahammül edemiyorum. Konu, onun sekiz yaşında olması değil. “Sekiz yaşındaysanız, hayat çok zor.”, “Sekiz yaşındaysanız ve âşıksanız, hayat daha güzel.”, “Sekiz yaşındaysanız ve dişiniz ağrımıyorsa, hayat çok güzel.” gibi cümleleri yaşadığı her olaydan sonra tekrarlaması, benim için oldukça musikili ve etkileyiciydi. Sen, bulunduğun yaşa göre, hayatı hiç yorumladın mı?



— Üstadım, ağaran saçlarınız, kamburlaşan beliniz, derinleşen yüz hatlarınız sizin, bana, en az elli yaşında olduğunuzu anlatıyor.



— Sen kendinle ilgilen. Evet, tam elli yaşındayım. Ben, hayata şimdi elli yaşından bakıyorum.



— Üstadım, hayat elli yaşından nasıl görünüyor?



— Anlatayım, “Kurt kocayınca köpeğin maskarası olurmuş.” sözü zaman zaman uygulama alanı buluyor. Her yaş döneminin artı ve eksileri var. Hangisinin fazla olduğu bakış noktanıza bağlı. Bu yaş döneminde kas hareketleri zayıflıyor; göz, kulak, el; işlevini daha ağır gerçekleştiriyor. Zihin faaliyetleri de azalabiliyor; ancak yüksek birikime sahip oluyorsun. İş yapabilmek için gerekli olan enerjiyle birikimin kesişim noktasında olduğunu görüyorsun. Bir ömür içersinde sahip olabileceğimiz maksimum enerji ile maksimum deneyim, bu yaşta buluşuyor, sonraki yaşlarda ters yönde ilerliyor. Tenkitlere alınganlığınız artıyor, nankörlüğe tahammülünüz azalıyor. “Melali anlamayan nesle aşina değiliz.” diyen Ahmet Haşim’i sıkça rahmetle anıyorsunuz. Yüksek birikimi kullanmanın hem hazzını hem rahatlığını duyuyorsunuz. Birikimlerinizin değer görmediğini hissettiğinizde de kırılganlık ya da küskünlük yaşıyorsunuz. İnsanların bana ihtiyacı vardır, biraz daha çalışmalıyım diye düşünürken, bu düşünceyle yüksek motivasyon içindeyken, yaşadığınız bir olumsuzluk, sizi insanlardan soğutuyor, yaşamdan elinizi çekme düşüncesine yöneltiyor. Bazen “Beni anlamayanı, ben hiç anlamam.” diyorsunuz, bazen de kuracağınız yeni hayat için proje üretebiliyorsunuz. Ümit ve bezginlik, hiçbir yaşta bu yaştaki kadar birbirine yoldaş olmuyor. “Gençlikte, günler hızlı, yıllar yavaş geçermiş; yaşlılıkta günler yavaş, yıllar hızlı geçermiş.” derler ya, elli yaşında zamanın hızı sizi ilgilendirmiyor, yaptıklarınızı ve yapacaklarınızı aynı anda düşünüyorsunuz. Başarı-başarısızlık, iyilik-kötülük, sağlık-hastalık, zenginlik-fakirlik gibi temel kavramlar kişinin zihninde ve hayatında anlamını daha net buluyor. Hangi eylemin, düşüncenin boş ya da dolu; yararlı ya da yararsız; gerekli ya da gereksiz olduğunu kolayca anlayabiliyorsunuz. Fiziki, biyolojik fonksiyonlarınızın azalmasını problem etmiyorsanız henüz bir sendrom içinde değilsiniz. Bazen psikolojiniz kolayca bozulabiliyor, kâbuslu geceler hatta gündüzler geçirebiliyorsunuz. Duyguya dayalı öfkeniz, kininiz; hazza dayalı sevginiz, sevinciniz bu defa bilince dayalı olarak yaşanıyor. Birkaç yıl sonra çocuklaşmaya başlayacağınızın korkusuna kapılmıyor değilsiniz. Esen rüzgarın hışırtısı, akan derenin şırıltısı, daldaki kuşların cıvıltısı, gökyüzünün gürültüsü size on sene öncekinden çok farklı şeyler anlatıyor, farklı iklimlere götürüyor. Ozonun kirliliği, gazetelerin üçüncü sayfaları, musalla taşının geçici konukları her zamankinden fazla meşgul ediyor.



— Üstadım, sizi dinlerken ben yoruldum. Elli yaşı, hem tehlikeli hem bereketliymiş? Korkarım, ben yaşayamayacağım bu yaşın gereklerini.



— Nedenmiş o?



— Bizim sülalemizde kimse, elli yaşına ulaşamadı.



— Ecel, bir gelenek işi değil, bir kaderdir. Her yaşın güzelliği vardır.



— Üstadım, sizi biraz karamsar gördüm; Siz değil miydiniz “Dün ölmüştür, yarın doğmamıştır; ilgilenmeye değmez, önemli olan bugünü yaşamaktır.” diyen?



— Beni bu yaşıma kadar kimse tam anlayamadı, anlayan yarınlarda da olmaz. Bir kişi belki anlar ümidindeydim; görüyorum ki o da yanlış anlamış. Anlaşılmadan ölmek, “Bir ömr-i heder imiş!”



30.08.2007

Hiç yorum yok: