Son bir ayın gündemini oluşturan iki önemli gelişme, TBMM de temsil edilen üç büyük partimizin siyasal kimliklerini daha net anlamamızı sağladı. Bazıları da partilerimizin bu netleşen kimlik tanımlamalarından oldukça şaşırmış görünüyor. Çünkü bunlar liberal, muhafazakâr, sosyal demokrat, milliyetçi gibi tanımlamaların, teorik kitabi anlamlarını bu partilerimize uygulayarak kafalarında birer şablon oluşturmuşlardı.
Bu kavramların bir tekini kullanarak adı geçen partilerimizi tarif etmek yeterli olmamakta. AKP sadece muhafazakâr bir partidir diyemediğimiz gibi, sadece liberal bir partidir diyenler de kendilerini aldatmaktadır.
CHP’nin sosyal demokrat olup olmadığı eski mensupları ve Sosyalist Entarnasyonal’de tartışılıyor. O’nun ulusalcı/milliyetçi bir çizgide olduğu iddia ediliyor. Peki, Atatürk’ün kurduğu partinin milliyetçi olması yadırganacak bir durum mudur?
Medyanın köşe başlarını tutmuş eski devrimci neo-liberaller, MHP’nin milliyetçi çizgisini faşist bir milliyetçilik bağlamında anlamakta. Bu yüzden, MHP’nin Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinde AKP’ye destek vermesini, son seçimlerde tezahür eden halkın iradesine saygısı ile açıklayamadılar. Ve bunun demokratik bir tavır olduğunu kabul etmekte zorlandılar. MHP’nin milliyetçi olması, demokrat, sosyal adaletçi veya liberal olmasına engel midir?
Üniversitelerde Başörtüsü/Türban Serbestliği
Yaklaşık 30 senedir devam eden bu meselenin çözümünde AKP ve MHP anlaştılar. Bu iki partimiz bireylerin kendi kılık kıyafetlerini tercih hakkına saygı gösterilmesi, konunun demokrasi ve insan hakları kapsamında ele alınmasının gerektiğini ifade ettiler. Oysa CHP olayı, özgürlüklerin genişletilmesi, yasakların azaltılması kapsamında değil, laik devlet sistemine yönelik bir tehdit olarak algıladı.
Bu tavırların sebebini her üç partinin kökenlerinde aramak gerekir. AKP ve MHP’nin tabanları gelenek ve inançlarına bağlı, bu değerlerin oluşturduğu hayat tarzına saygı gösterilmesini isteyen kitlelerdir. CHP ise devlet erkini, “halk için halka rağmen” anlayışıyla, milleti şekillendirmek için kullanan seçkinci bir anlayışın devamı.
CHP’nin başörtüsü kapsamında gerilimi artıran söz ve tavırlarının arkasında seçilmeden iktidar olma avantajlarının elden gitmekte olduğunu görmenin paniği yatıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın öfkeli açıklamalarında ise bir rövanş alma duygusunun patlaması seziliyor. Her iki duygu patlaması da Türkiye için tehlikeli olaylara yol açabilir. Olayı vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerini genişleten bir gelişme olarak sükûnetle değerlendirip, hakkın kötüye kullanılmasına dair gerekli tedbirleri almak, samimi endişesi olanları rahatlatmak gerekir.
Vakıflar Yasası
Geçen hafta içinde TBMM’de kabul edilen yeni Vakıflar Kanunu “cemaat vakıflarına sınırsız; mülk edinme, içeriden dışarıdan ayni ve nakdi yardım alma, dilediği kişi ve kuruluşlara verme, işletme ve şirket kurma, üye kaydetme, her yerde örgütlenme gibi imtiyazlar tanıyor. Öyle ki, vakıflar egemen siyasi derneklere dönüşüyor, Patrikhane de İstanbul’da imparator konumuna getiriliyor. Ayrıca bu yasa ABD-AB-Yunanistan bastırdığı için çıkarılıyor.” (Sadi Somuncuoğlu)
CHP’nin bu kanun hakkındaki görüşleri de aynı çerçevede. Deniz Baykal partisinin görüşlerini şöyle açıklıyor: “Bütün mesele, azınlık cemaatine bir hükmi şahsiyet kazandırarak, giderek o hükmi şahsiyete siyasal ve bir süre sonrada uluslararası nitelikte bir kimlik kazandırma sürecidir. Bir cemaat kimliğini geliştirip, cemaat kimliğine dayalı yeni hak taleplerini ortaya koyma girişimidir. Yabancı vakıflar hiçbir şekilde vergi vermeyecekler. Yabancılar gelip Türkiye’de vakıf kurabilecek, sınırsız mal alabilecek, sınırsız toprak alabilecek, dışarıdan yardım alabilecek, ticaret yapabilecek, inşaat yapabilecek, nerede rant varsa para kazanabilecek vakıf olarak…”
“Dünyanın neresinde, böyle bir vakıflar düzenlemesi var?! Yunanistan’da bir Türk vatandaşı gidip bir vakıf kurabilir mi? O, bir vakıfta yönetici olabilir mi? O vakıf sınırsız mal sahibi olabilir mi? Yunanistan’da, adalarda istediği gibi şube açabilir mi, temsilcilik koyabilir mi?”
MHP lideri Devlet Bahçeli’de CHP ile benzer görüşte: “AKP hükümeti Avrupa Birliği ile teslimiyet-mahkûmiyet ilişkisini sürdürmektedir. Avrupa Birliği’nin dayatmalarına boyun eğerek, Türkiye’nin başına çok büyük dertler açacak bir teslimiyet belgesi olan azınlık vakıfları yasasının Meclis’ten geçirilmesinde hala inat ve ısrar etmeyi, bırakın Türk milletine anlatmayı, AKP yöneticileri ile Meclis grubunun içlerine nasıl sindirebildikleri merak konusudur.”
CHP ve MHP’nin milliyetçi köklerinin gereği olarak yeni azınlık vakıfları yasasına karşı çıkması elbette normaldir. AKP’ye oy veren vatandaş kitlesinin büyük çoğunluğu da vatan ve milliyet sevgisinde farklı değildir; adı geçen kanunun detaylarını bilmeleri halinde bu kanuna aynı şiddette karşı çıkacaklarından eminim.
Ancak bütün bunları bilmelerine rağmen, AKP yöneticilerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli olan Lozan Hükümlerini, gayrimüslimler lehine değiştirmek için bu kadar istekli olmalarının altında yatan ne olabilir? Aldıkları % 46.5 oya rağmen meşruiyeti dışarıda aramak mı; yoksa bugünün bıçak sırtındaki ekonomik dengelerinin her an bozulması tehdidini bertaraf edebilmek için yarınlarımızı feda etmek mi? Her ne sebep olursa olsun, AKP’nin şekillenmekte olan siyasi kimliğinin bu kısmı endişe vericidir.
Azınlık Vakıflarını düzenleyen kanun hükümleri Türkiye’nin geleceği açısından da, laikliğe aykırılık açısından da türbandan daha önemsiz değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder