15 Şubat 2008 Cuma

Başörtüsüyle Sorunları Örtmek

Sorun örtmek ve ötelemekte oldukça mahir bir toplumuz. Koskoca bir seçim dönemi bile “Çankaya / Türban” ikileminde geçti gitti. Bu ülkenin açları, işsizleri, yoksulları, dulları, yetimleri, garipleri, gazileri ve onların derdi – sıkıntısı örtü altında kaldı. Afganistan, Çeçenistan ve Filistin’deki Müslümanların perişanlıkları da örtülerek kapatıldı. Hele hele her gün onlarcası vahşice katledilen komşumuz Irak’ın mazlumları tamamen örtü arkasında kaldılar.

Beğenmediğimiz Malezya’nın ihracatı Türkiye’nin tam 1.5 katı. Beğenmediğimiz İran, uzaya uydu fırlatabilen 11. ülke oldu. Dünyanın 8. harikası bir muhalefetimiz var. Sanki egemenlik, ekonomik teslimiyet ve yolsuzluk sorunu yokmuş, dış politikada ‘politikasızlık’tan başka bir yol kalmış gibi varsa yoksa kılık – kıyafet kontrolörlüğü. Bir zamanlar askeri cihetten de sivil üniforma çalışmaları yapılırdı. Sonra; Kırmızı Çizgiler, Çuval ve Kandil üçgeninde söylenecek söz kalmayınca susuldu. Sağolsun, üniversitelerimiz de bilim hariç her işle meşguller.

Atatürk’e atfedilen güzel bir söz var; “Vatanını en çok seven işini en iyi yapandır.” Acaba kötü gidişimiz, üstümüze düşenleri yapmayıp da üstümüze vazife olmayanları yapma alışkanlığımızdan mı?

Başörtüsü diye bir sorunun varlığını bile abes. TBMM’deki siyasal çoğunluğun mutabakatıyla başlayan gelişmeler neticelendirilmeli ve basit bir hak talebinin toplumu ayrıştırma aracı gibi kullanılmasına izin verilmemelidir. Başörtüsünden birkaç iktidar daha planlayanların elinden de bu siyasi istismar argümanı alınmalıdır. Dahası başörtüsü üzerinden din ve mukaddesat düşmanlığına da son verilmelidir.

Dünya üzerinde büyük oyunlar oynanıyor. Özellikle Avrupa’da Haçlı ruhu ve Ortaçağ adetleri adeta ihya ediliyor. Almanya’da ara ara gördüğümüz ‘insan yakma’ kepazeliğini nefretle lanetliyoruz. Neredeyse olayı örtmeye çalışan Alman Hükümetini de kınıyoruz. Alanya’da bir Almanın burnu kanasa sekiz sütuna manşet olurdu, yetmez Türk Dışişleri’nden özür beklenirdi. 10 canımız gitti, adamlar nerdeyse pişkinliğe vuracaklar.

Asıl içimize değil de dışımıza bakalım. Belçika, bir teröristi resmen salabiliyor. Yarın-öbür gün Belçikalı heyetler gelip Güneydoğu’da insan hakları ihlalleri bahanesiyle adalet dersi vermeye de gelebilirler.

Birbirimizi sevmiyoruz. Kasabının bıçağını yalayan koyun gibiyiz. Bu kadar içe kapanacağımız yerde ‘çağdaş uygarlık’ adına ne yapıp yapmadığımız sorgulasak nasıl olur? Yoksa yağmurda boyalarımız ve foyalarımız mı dökülür? İnsan bari ideolojisinde samimi olur. Tabi bulunduğu yerin idrakine varmışsa.

Hiç yorum yok: