İbadet, yaratıcı kudret karşısında boyun bükmenin zirvesi ve O’na olan sevginin sonucu ve göstergesi; sırf Allah rızası için yapılması ve sadece Allah’a tahsis edilmesi gereken duygu, düşünce, tutum ve davranışlar bütünü için kullanılan genel bir kavramdır.
Özel anlamda ise ibadet, kişinin yaratanına karşı saygı ve boyun eğmesini simgeleyen, Allah ve Resulü tarafından yapılması istenen, İslam’ın temel şartlarını teşkil eden namaz, oruç, zekat ve haccın yanında kurban kesme, itikaf, dua, Kur’an okuma, hayır ve infakta bulunma gibi belirli davranış biçimleridir.
İbadetler, dinin özünü oluşturan iman esaslarından sonra dinde ikinci önemli halkayı oluştururlar. Diğer bir anlatımla din, Allah’a inanma ve O’na ibadet etme olduğundan inanç ve ibadet sistemleri dinin asli unsurlarını meydana getirir.
İbadetler, Allah’a itaatin şekli göstergeleri sayılmaları bakımından iman ve ahlakla yakın ilişki içindedirler. Dinin itikadi ve ameli olmak üzere insana hitap eden iki yönü olmasından hareketle ibadetler, dinin ameli hükümlerinin ilk halkasını teşkil eden ve dinin dışa akseden simgeleri konumundadırlar.
İbadetler, kul ile Allah arasındaki ilişkiyi düzenlemekle kalmaz, bunun yanında kişinin yakın çevresiyle ve toplumla ilişkilerini de doğrudan veya dolaylı olarak etkiler. Her ne kadar ferdi niteliği baskın görünse de namaz ve oruç ibadetinin bile kötülüklerden uzak durma, toplumsal kaynaşmayı, huzur ve sükunu sağlama, yoksullara yardım elini uzatma gibi dışa dönük olumlu sonuçları vardır ve olmalıdır da. Bu özellik zekat, hac, kurban, kefaret gibi ibadetlerde daha belirgindir.
İbadetler ile insani ilişkilerin yada davranışların hukuki ve ahlaki, ayrıca ferdi, sosyal ve siyasi yönleri dinin bütününü oluşturan, birbirini tamamlayan parçalardır. İbadetlerimiz ve davranışlarımız dinin tamamını oluşturan cüzlerdendir. Bunların samimi ve ihsan ile ifası, imanı da içine alan dinin bütününü oluşturmaktadır.
Psikolojik ve sosyolojik anlamda dindar insanın tapınma eylem ve işlemleri olarak ibadet, dini hayatın esaslı ve gerçek bir ifadesi olarak kabul edilir. Bazı bilim adamlarına göre –William James, Jung, Maslow gibi- dinin fert üzerindeki asıl fonksiyonunu onda güçlü, uyumlu, bütünleşmiş, sağlam bir kişilik oluşturmasıdır. Buradan hareketle dini inanç ve değerler, ibadet ve törenlerle dünya hayatına ilişkin dini açıklamalar insan hayatına bir anlam ve amaç kazandırır; insanlar arası ilişkileri düzene koyar; kişinin zihinsel açmazlarını çözer.
Dinin, insanın iç dünyası ile tabii ve toplumsal çevre arasında denge ve uyum kurmasına yardımcı olmasında ve insana kişilik yapısındaki güçleri bütünleştirme imkanı vermesinde ibadetin büyük payı bulunmaktadır. Ciddiyetle ve samimiyetle ibadet eden kişi kendisine ve yaratıcısına karşı dürüst olmaya gayret gösterir ve daha değerli olmak için çaba gösterir.
Manevi kirlenmenin önlenmesi ve ahlaki zaafların giderilmesi, uyumlu, tutarlı, dengeli ve huzurlu bir ruhi hayatın yaşanması bakımından ibadetler en etkili vasıtalardır. Kur’an’da bir çok itikadi ve ahlaki ilkenin yanında namazın ve mali ibadetlerin kişiyi egoist ve yıkıcı duyguların etkisinden koruyacağına işaret edilmiştir. “Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır. Ona bir hayır dokunduğunda da eli sıkıdır. Ancak, namaz kılanlar başka. Onlar, namazlarına devam eden kimselerdir. Onlar, mallarında; isteyenler ve (isteyemeyip) mahrum kalanlar için belli bir hak bulunan kimselerdir. Onlar, ceza gününü tasdik eden kimselerdir. Onlar, Rablerinin azabından korkan kimselerdir.”( Mearic, 70/ 19-27).
Din ve ibadet hayatının ahlaki seviyeyi yükselttiği bir gerçektir. Bu ise başta şekil ve anlamıyla, kalıbı ve özüyle bir bütün oluşturan ibadetlerin, buna uygun tarzda yerine getirildiği zaman amaçlanan etki ve sonuçları göstermesiyle gerçekleşir. Gazali’nin ifade ettiği gibi ibadetlerden maksat şuuru gündelik, alışılmış, sıradan yaşantıların etkisinden uzaklaştırıp organların da yardımıyla daha üstün bir şuur düzeyine yükseltmek, kalbi sıfatları daha iyileri ile değiştirmektir. Bu anlamda, misal olarak, namazda secde ederken alnın yere konmasında asıl maksat, alın ile yerin bir araya getirilmesi değil bu sayede kalpte tevazu sıfatının güçlendirilmesidir. Kalbinde tevazu hisseden kişi organlarıyla bunu dışa vurursa tevazu daha da güçlenir. Buna karşılık yapılan hareketten kalben uzak kalındığında, onun amacına dikkat çevrilmediği zaman o hareketin anlamını içte yaşatacak ve güçlendirecek bir etki de duyulmaz. Aynı şekilde kalp dünya işleriyle meşgul olduğu halde secdeye varan bir kimsenin alnını yere koymasından kalpteki tevazuu güçlendirecek bir etki meydana gelmez. (Hökelekli, Hayati, “İbadet”, DİA, c.19, s250).
Şekil ve anlam bütünlüğü içersinde yerine getirilmeyen bir ibadet verimsiz, eksik ve özürlüdür. Böyle bir ibadetin Allah nezdinde kabul edilmesi de beklenemez. Bu konuda “Şu namaz kılanların vay haline ki onlar kıldıkları namazın manasından uzaktırlar, onlar namazlarıyla gösteriş yaparlar. Ufacık bir yardıma bile engel olurlar” (el- Maun 107/4-7) mealindeki ayetler namaz kılmada özü yakalayamamış ve onun olumlu etkilerini davranışlarında gösterememiş kişilerin durumunu çok çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. Özellikle gönümüzde namaz gibi İslam’ın temel ibadetlerini yerine getirip de kendilerinden beklenen ahlaki olgunluk ve erdemliliği gösteremeyen kişileri, ibadetlerin özünü tam manasıyla kavrayamadıklarından hareketle değerlendirmek gerekir.
Namaz ve orucun kişiyi zararlı duygulardan koruyacağını, kötü davranışlardan alıkoyacağını ifade eden ayet ve hadislerin olması da dikkat çekicidir.” (Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebut, 29/45). Namaz kılıp oruç tutup da bile bile insanlarla olan ilişkilerinde dini, insani ve hukuki anlamda uygun olmayan tutum ve davranış içersinde olanlar kendilerinde namaz ve oruçla bir değişimi gerçekleştirememiş ve ibadetleri gösteriş amacıyla ifa eden kişilerdir.
İbadetlerin sırlarını, gerçek mana ve önemini kavrayan bazı alimler namaz kıldığı, oruç tuttuğu halde, hala çirkin işler yapan ve fenalıktan sakınmayan kimseyi, abdest alırken yüzünü, eline su almadan yüzünü üç kere yıkayan kimseye benzetmişlerdir: Uzaktan bakan onun abdest aldığını zannetse de o gerçekte abdest almamaktadır. Peygamberimiz de, “Oruç tutan öyle insanlar vardır ki, karları sadece açlık ve susuzluk çekmektir” (İbn Mace, “Sıyam”, 21) buyurmuşlardır.
Gazali orucun üç derecesinden bahsederken, bedende iştah ve şehvetin tatmin yeri ve aracı olan mide ve cinsel organı, iştah ve şehvet duyduğu şeylerden mahrum etmekten ibaret orucu, “sıradan insanların orucu”(avam orucu) olarak; buna ilaveten gözü, kulağı ve diğer azaları günahtan korumayı “özel kişilerin orucu” (havas orucu) olarak ve tüm bunlara riayet ettikten başka, kalbini düşük emellerden arındırarak bütün varlığıyla Allah’a bağlanmayı ise “daha özel kişilerin orucu” (ehassü’l-havas orucu) diye tanımlar. Dolayısıyla ibadetin toplumsal ilişkilere, sosyal hayata yönelik sonuçlarının olması kaçınılmazdır.
İbadetler, insanda olumlu tutum ve davranışların oluşmasına, gelişmesine ve pekişmesine; olumsuzlarının da değişmesine vesile oldukları sürece anlamlıdırlar.İbadetlerin ruhunu yakalama ve hissetme bakımından onların hem iç dünyamızda, hem de dış dünyamızda yansımalarının olması gerekir. Böylece iman, ibadet ve ahlak olarak din, insanın kendisi için anlamlı bir bütün haline getirebilsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder