Tarihi tekerrür ettirmemek bir bakıma bizim elimizdedir. Eğer yakın tarihten ders almazsak tarih aynen tekrar eder. Geliniz Damat Feritlere, Rıza Tevfiklere, Cenap Şehabettin gibi milli mücadeleye inanmamış teslimiyetçi isimlere özenmeyelim. Milli mücadelenin şerefli ve haysiyetli asker, sivil önderlerine özenelim. Büyük Atatürk ve ona inanmış Türk Milletinin emperyalizme karşı milli hareketine selâm duralım.
İzmir’e çıkartılan işgalci Yunan’a karşı “direnmek caiz değildir. Dün bazılarına göre Osmanlının yıkılacağı ve parçalanacağı da bir “paranoya” idi. İzmir’deki Türk komutan Ali Nadir Paşa emrindeki birliklere İzmir’i işgal eden İtilaf Devletlerine direnilmemesi, karşı konmaması ve gereken kolaylıkların gösterilmesini istiyordu. Amaç esef verici olayların yaşanmaması idi. Ama aynı komutan Yunanlı bir işgal teğmeninden tokat yiyeceğinin farkında değildi. Bugün ise; “AB bizi adam edecek, misyonerlerin faaliyet göstermesinden rahatsız olmuyoruz. Yeni Vakıflar Yasası ile azınlıklar mallarını geri alsa ne olur? Yabancılar gelip ülkemizde vakıf kursunlar, toprak alsınlar, yabancı sermaye geliyor kötü mü? Reformları AB için değil; vatandaşımız için yapıyoruz” diyenler var. Bu takım Ankara’nın sözde zulmünden kaçarak Brüksel’de şefaat arayan hain ve ahmak takımıdır. Bundan dolayı farklı gruplarla Cumhuriyet ve rejime karşı ittifaklar kuruyorlar ve birliktelik sergiliyorlar. Uşak olmaya hazırlar; efendi arıyorlar. Aslında efendi de oldukça bol. Ama milli bağımsızlık ve milli menfaatlerden yana, haysiyetli ve şerefli adam olmak, onun bunun maşası olmamak kolay değil… Bir ülke nasıl batırılırın cevabını dün Osmanlı borçları veriyordu; bugün de son beş senede yüzde yüz artan iç ve dış borçlara cevap arıyoruz. Yeni Düyun-u Umumiye’lerden (Genel Borçlar) endişe ediyoruz. Dış ve iç borçların karşısında hangi kuruluşlarımız komik bedellerle yabancılara ve onların yerli ortaklarına devredilecek diye düşünüyoruz. Bu satırları okuyanlar Osmanlı’nın son dönemine benzeyen bu ortama sadece son beş senede mi geldik diye sorabilirler. Tabi ki değil; ama son beş senede olumsuz yönde rekorlar kırdık. Her şeyden evvel milli davaları küçümsedik ve sözde çözümsüzlüğü reddettik. AB hayali ile kolumuzu kanadımızı, sakalımızı çenemizden kaptırdık. Şimdi dış politikadan, iktisadi hayatımıza kadar adeta utanç tablolarını unutturmak için olmadık bir şeyle uğraşıyoruz: “Türban ve laik-anti laik maçı…” Anayasa değişiklikleri yapıyoruz. Dış dayatmalara uygun kanun ve anayasalar çıkarıyoruz. Lagendik isimli bir adam Patrikhanenin Fener ve Balat’taki genişlemesini malûm fonlarla çözmüş ki; sıra Sulukule ve Suriçine gelmiş. Adam sömürge müfettişi gibi dolaşıyor. Etrafında ise tercüman maskaraları ve sözde bazı yetkililer … Farklı çevrelerce siyasi bir sorun haline getirilen türbanın doğrusu garip savunucuları var. Dün aşırı solda olup da bugün devşirilenler, milliyetsiz bazı sağ eğilimliler bu alanda dikkat çekmektedir. Bunlar için esas, ferdin hak ve hürriyetleridir. Her türlü kural ve kanun esaret zinciri gibidir. Devletsiz ve toplumsuz, otonom fert arayışı içinde olan, devletle ve rejimle kavgalı, Cumhuriyete numara takma meraklısı bu grup sadece türbanı değil; Ermeni sorunundan, bölücü ırkçı teröre, Kıbrıs’tan milli güvenlik sorunu haline gelen AB’ne, milliyetçiliği redde kadar anti-devletçi ve anti-Türk bir çizgidedirler. Önemli olan rejimin ve devletin tartışılması ve sorgulanmasıdır. Her konu bu yolda kullanılabilir. Türbana destek bundandır. Dün Osmanlı’yı teokratik, gerici ve istilacı bulanların, bugün sözde Osmanlı’yı savunarak milli ve üniter yapıya karşı çıkmaları, milli kimliği reddetmeleri ibretle izlenmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder