Cumartesi akşamı, Sakarya Aydınlar Ocağı’nın davetlisiydik. Selahattin ağabeyin 15 dakikalık gecikmesiyle 17:30 da İzmit’ten Adapazarı’na doğru yola çıktık.
Selahattin ağabey, Ankara’dan misafirleri geldiğini, bu nedenle geciktiğini söyledi. Arkadaşlarıyla birlikte çiğ köfte yiyemediği için de çok üzgün olduğunu belirtti.
Ruhittin ağabey ise istikrarlı olduğunu, bu nedenle arabanın hep sağında oturduğunu ifade etti. Ayrıca bu haftaki yazısında işlediği konularla ilgili bilgiler verdi.
Yunus kardeşim ise, internet sitemizin ziyaretçi trafiği ve sitedeki son haber ve yazılarla ilgili istatistikleri aktardı.
Ahsen başkanımız ise, ülkenin önemli meseleleriyle ilgili tespitlerde bulundu. Ara sırada , aceleye gerek yok, daha zamanımız var diyerek hız konusunda bendeniz kaptana uyarılarını yaptı.
Adapazarı’na vardığımızda, Yrd. Doç. Dr. Mustafa Kemal Cerrahoğlu ve arkadaşları bizleri kapıda karşıladı. Bizi karşılayanların bir çoğu öğretim üyesi, bir kısmı da kamu ya da özel sektörde üst düzey yönetici idi.
Hocalarımızdan biri, bulunduğumuz mekanda her Cumartesi toplandıklarını ve aktüaliteyle ilgili konuları tartıştıklarından bahsetti.
Ev sahibi ekipteki iş bölümü harikaydı. Hiç kimse isminin önündeki Profesör, doçent, rektör yardımcısı veya diğer unvanlarına bakmıyordu. Kimisi salata, çiğ köfte, ızgara, çay veya meyve servisi yapıyordu. Hocalarımızın mütevaziliğinden çok etkilenmiştim. Hatta bir çoğu yaşça Yunus kardeşim ve benden epeyce büyük olmalarına rağmen bizlere ikramda bulunmaktan büyük zevk aldıklarını, yüzlerindeki tebessümden anlamıştım.
Bu durum bana geçenlerde okuduğum bir anekdotu hatırlattı. Bir zat, bir toplantıya girmiş . Bakmış, mecliste herkes bir daire şeklinde oturmuş. Bu meclisin büyüğü, bunların başı kimdir diye şöyle bir göz etmiş. Oturdukları makama bakarak bir hükme varamamış. Çünkü minderler duvarın dibine aynı şekilde dizilmiş. İlk bakışta meclisin başkanının kim olduğunu anlayamayınca baştaki insanın kulağına eğilerek sormuş:
- Sizin en büyüğünüz kimdir?
- Yanımdaki demiş.
Ona varmış. Buranın en faziletlisi sen misin demiş? O da, benim yanımdaki demiş. Ona sormuş o da aynı cevabı vermiş. Bütün halkayı dolaşmış, kimse büyüklüğü kabul etmemiş. Dönerek yine en başa gelmiş. Soracak kimse kalmayınca şöyle bir bakmış, düşünmüş ve son cümlesini söylemiş.
- Sizin içinizde en büyüğünüz hanginizdir diye soruyor, arıyordum. Meğer içinizde en büyük biri yokmuş, hepiniz en büyükmüşsünüz.
Vakit epeyce ilerlemişti. Dönüş vakti gelmişti. Adapazarı’ndaki gönül dostlarımızla vedalaştıktan sonra yola çıktık. Dönüş yolunda Selahattin ağabeye, gönlünden başka bir şey geçiyorsa hemen dile, çiğ köfte yiyemedin diye üzülüyordun amma dileğin bu akşam gerçekleşti. Aramızda keramet ehli kişiler var. Bizler birçok konuda buna şahit olduk diye takıldım. Neyse ki keramet sahibi ağabeyimiz böyle bir özelliğinin asla olamayacağını, her şeyin tamamen tevafuk olduğundan bahsetti. Acaba ağabeyimiz tevazu mu gösterdi? Anlaşılan bundan sonra Yunus hocayla benim daha sıkı takip etmem gerekiyor.
Allah’tan, makam ve mevki sahibi iken mütevazi olan, güçlü ve kuvvetli iken affedebilen, ikramda ve iyilikte bulununca başa kakmayan kişilerin sayısının çoğalmalarını temenni ediyorum.
Yoksa kömürle her şey hallolmuyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder