Ülkemizde her yıl sokağa terk edilen yaklaşık beş yüz çocukla ilgili birkaç haber: “Kocaeli’nde otoyol turnikesine bırakılan bir haftalık bebek hastanede tedavi görüyor.” “Muğla’da domates kasasının içine terk edilen talihsiz bebeğe ‘Umut’ adı verildi.” “Kayseri’de tarlaya atılan bebek, tedavinin ardından çocuk yuvasına teslim edildi.” “Hakkâri’de mayın arayan askerler, yol kenarına bırakılan bebeği donmaktan kurtardı.” Son bir trajik olayın haberi: “İzmir’in Karşıyaka ilçesinde önceki gün sabah koşusu için parka giden vatandaşlar çimlerin üzerine atılmış bir bebekle karşılaştı. Soğuktan vücudu moraran bir aylık masum bebek, polisler tarafından hastaneye kaldırıldı; ama bütün çabalara rağmen kurtarılamadı.” Gazeteler, çocukların sokağa bırakılma nedeni olarak da aile değerlerinin zayıflamasını, evlilik dışı ilişkilerin artmasını ve geçim kaygısını gösteriyor.
Konuyu haber yapan gazete, yetkililerin görüşlerine başvurmuş. Yetkili kişi, bu tür çocuklar için koruma ve barınma evlerinin kurulduğundan, çocukların mağdur olmayacaklarından bahsediyor. Ateş olan yerden dumanın, çürümüş yerden pis kokunun çıkması doğaldır. Bakıyorum, yetkililer pis koku ve dumanla uğraşıyorlar. Bu mantık ne dumanı ne pis kokuyu bitirir. Yangın alevini, çürümüşlüğü görmemek, ya kolaylarına ya da işlerine geliyor. Belki fincancı katırlarını ürkütmekten korkuyorlar. Öyle ya gerçekleri söylerlerse birilerinin alınganlığı artar, rantları elden gider. Yaşasın kokuşmuş düzen! Yaşasın toplumu, sosyal hayatımızı yakan ateş!
Bir kadın, doğurduğu çocuğunu niçin sokağa bırakır? Hangi duygudur ki onun analık duygusunu bastırarak masum çocuğu terk edilmişliğe iter? Duyguların en yücesi kabul edilen analık duygusunu tahrip eden bu korkunun adı, günah korkusudur, işlenen günahın deşifre edilmesi endişesidir. Hâlbuki “Günaha yaklaşmayınız.” emrine göre bir yaşam tesis edilse, sorunun ana kaynaklarından biri kurutulmuş olacaktır. Aile içindeki geçimsizlik, sorunun etkenlerinden biri olabilir. Kadının, kocasından intikam alma duygusu, bir anlık gözü dönmüşlük onu yanlışa düşürebilir. Ancak, gelecek endişesinin ya da çocuğunu besleyemeyecek kadar yoksul olma halinin günahsız bir yavruyu sokağa atma sebebi olabileceğini düşünemiyorum, kabullenemiyorum. Bu gerekçe, ya duygu sömürüsüne dayalı suç bastırma ya da sevgiden yoksun kalbin kendini haklı gösterme çabasıdır.
Karşıt cins gençler arasında aşırı bir yakınlaşma gözlüyorum. İlişkilerdeki kontrolsüzlük, medyanın ve bu ilişkileri rant aracı yaparak sektör oluşturanların tahriki ile istenmeyen sosyal yaralara yol açabiliyor. Bu konuda gençlerimiz iyi eğitilmeli, bilgilendirilmeli, fıtratları doğrultusunda onların sosyal hayata katılımları sağlanmalıdır. İnsan fıtratı dışında kurulan toplumsal, siyasi, ekonomik düzenlerin kokuşması kaçınılmazdır. İnancımızın öğretileri, tarihimizde oluşturduğumuz gelenekler, biyolojinin ve psikolojinin verileri ile oluşturulacak standartlar, cesaretle seslendirilmeli ve uygulamaya konmalıdır.
Rahmetli babamın, biz gurbette yaşarken doğan kızımı görmeye geldiğinde “Cennet meyvesi” diyerek sevdiğini hatırlıyorum. Yeni doğan bir çocuğa “cennet meyvesi” gözüyle bakmak, ne güzel bir bakış açısı. Ona o gözle bakan göz güzel, söyleyen dil güzel, seven kalp güzel, bütün bunların temelinde yatan inanç güzel. Güzel inançtan yoksun kalpler, sevgisizliği; sevgisizlik, değersizliği; değersizlik, kokuşmuşluğu doğuruyor. Koku salan bu arazi ıslah edilmeli, berrak sularla bereketlenmeli, nadide güller tarihimizdeki kokusuyla ruhumuzu mest etmeli, gönüllerimize rayihalar sunmalıdır.
İş işi geçtikten sonra alınacak tedbirler sadra şifa olmayacaktır. Hiç yaşamamış olmak, neslimize kötü miras bırakmaktan daha iyidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder