Yunan Başbakanının gelişi yine kafaları karıştırdı. Türkiye ile Yunanistan’ın birbirinin haklarına saygılı olarak iyi ilişkiler içinde bulunması hem bölge, hem de iki ülke için faydalıdır. Ancak, Patrikhanenin ekümenik yani Lozan’da olduğu gibi sadece Türkiye’deki Rum Ortodokslarını değil; dünya Ortodoksluğunu temsil eder hale gelmesi, çekirdek bir Bizans devletinin kurulması, bir Vatikanlaşma değil de nedir? Suriçi Marmara Devleti’nin kabulü sürecinde miyiz? İstanbul Suriçi’nde oynanan oyunları ve istimlâkleri iyi takip etmek durumundayız.
Yunan Başbakanı’nın ziyaretinde Ruhban Okulu ve Azınlık Vakıflarının mallarına sahip kılınması da gündeme geldi. Başkalarının ısrarla Patrikhane’ye ekümenik demeleri bizim de bunu kabul gerekçemiz olabilir mi? Bu konuda henüz tecrübesiz Dışişleri Bakanımızın beyanlarını yadırgıyoruz. Rum Fener Patrikhane’sine Büyük Atatürk de olumlu bakmamıştır. Tarih boyu Türkiye’ye karşı fitne-fesat ve bozgunculuk örneği sergileyen bir kurumu savunmak ve onu ekümenik ilân etmek ile Türkiye’nin çıkarları arasında nasıl bir bağ kurulabilir? İstanbul’un İngilizcesi Konstantinapol mu? Birçok dış gezisinde Türkiye düşmanlığını dile getiren, sözde bu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına “Hazretleri” kelimesine acaba layık mı?
Türkiye’de garip şeyler oluyor. Güdümlü bir medya çoğunluğu, halkı aydınlatmadığı gibi; yanlış da yönlendiriyor. Türkiye Brüksel zincirlerinden kurtulmadığı takdirde doğru adımlar atamaz, attırılmaz.
Demokrasi düşünce, din ve vicdan özgürlüğüne dayanan açık bir rejimdir. Demokrasi farklı görüşlere ve isteklere müsamaha eden bir sistem olduğu kadar; sınırları da belirler. Farklı görüş ve istekler rejim içinde kaldığı müddetçe korunurlar. Hak ve hürriyetler hiçbir ciddi devlette sınırsız olmadığı gibi; yanlışlar, yolsuzluklar, milli menfaatleri hiçe sayıcı uygulamalar karşısında susmak, riyakârlık yapmak, yasal tepki koymamak da demokrasi ile uyuşmaz. Demokrasilerde egemen olan parti devleti değil; hukuk devletidir. Hukuk herkese lâzımdır. Hukuk devletine uymak vatandaş ve yürütmenin olgunluğudur ve demokrasi terbiyesine dayanır. Demokrasi ile yönetilmek buna uygun belirli bir olgunluk seviyesine ulaşmak ve demokrasiyi hazmetmek, sosyal gelişmişliğin de bir göstergesidir.
Türk Milleti demokrasiye layık bir toplumdur. Çok partili hayata geçtiğimizden itibaren üç askeri müdahaleye, bir iki sivil müdahaleye maruz kalmamıza rağmen; oldukça mesafe aldık. Ülkeyi tekrar tek parti döneminin despot şartlarına çevirmek gelişme değil; gerilemedir. Seçilmişler ve tayin edilmişler arasında olduğu gibi; yargı, yasama ve yürütme güçleri arasındaki ahenk oldukça bozulmuştur. Bu yetki tecavüzlerine sebep olmaktadır. Basın dışı amaçlar için kullanılan basın da yargının görevini yüklenemez. Yargı üzerinde baskı kurmamalıdır. Yargısız infazlar ve hayali senaryolara dayalı linç girişimleri demokrasi terbiyesinin ve olgunluğunun kazanılmadığını gösterir.
Aydınların ve değişik grupların görüşlerinin iktidar yanlısı ve karşıtı gibi sığ ve basit tasnif edildiği bir ortam demokrasi ile çelişir. Bu taktirde, iktidarlar tenkitten rahatsız olurlar. 12 Eylül sonrası siyasetsizleştirilen, siyasi kurumları depreme uğrayan bir Türkiye gerçeğinde bunun doğurduğu boşluktan ders alınmalıdır. Ülkeyi tepkisiz bir toplum olmaktan kurtarmak ve vatandaşlık görevlerini yerine getirmek, gerekirse milli tepkiyi yasalar içinde ortaya koymak vatandaş olmakla eşdeğerdir. Bu yasal milli tepkiler ve tenkitler aslında ülkeyi yönetenlerin de lehinedir; dışa karşı pazarlık gücünü arttıran demokrasinin nefes alışlarıdır. Aslında demokrat olmak da kolay değildir. Sizin de rahatsız olduğunuz şeylerden başkalarını da rahatsız etmemelisiniz.
Türbanı oy için istismar edip din ve vicdan hürriyetinden çok siyasi bir tercih olduğunu ifade edenler; hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlandırıldığını, gazete ve TV’lerden gazetecilerin neden çıkarıldığını, tutuklananların aylardır neden mahkemeye dahi çıkarılmadıklarına, türbanın hangi tavizleri örttüğüne cevap bulmak zorundadırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder