6 Ocak 2008 Pazar

AB Hayalimiz (Ne Olacak Halimiz?)


Avrupa Birliği (AB) üyesi devlet liderleri, geçtiğimiz yıl Fransa ve Hollanda da reddedilince kadük hale gelen, AB anayasasının yerini alacak “Lizbon Antlaşmasını” 13 Aralık’ta imzaladı.



Fransa'nın baskısıyla zirve sonuç bildirgesinden Türkiye'nin üyeliğini çağrıştırdığı için "katılım" sözcüğü çıkarıldı. Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi, AB uzmanı Cengiz Aktar’a göre "Türkiye-AB ilişkileri 1999 öncesine döndü. Türkiye'nin adaylığının resmen tanındığı 1999 Helsinki Zirvesi ve 2004'te karşılıklı müzakereleri başlatma kararının yeniden sorgulanabilir hale gelmesi demek bu. Böyle giderse 2008 sonunda Türkiye'den hiç bahsedilmeyecek bile."




Ben AB’nin Türkleri geri zekâlı yerine koyan ikiyüzlü politikaları yerine gerçek niyetini açıkça ortaya koymasından şikâyetçi değilim. Ancak müzmin AB taraftarlarında yaşanan bu gelişme büyük hayal kırıklığı yarattı. Hem de Türkiye’de AB’nin öncüsü olan devletlere ve AB kurumlarına olan güvensizlik iyice artmışken.




Daha bu gelişme olmadan eylül ve ekim aylarında AB genelinde ve aday ülkelerde yapılan AB'nin Eurobarometre araştırmasının sonuçları da 18 Aralık’ta açıklandı. Eurobarometre araştırması, Türkiye ve KKTC halkının ilk kez AB üyeliğine sırt çevirdiğini gösterdi.




“Eurobarometre sonbahar araştırmasına göre, Türkiye'de AB üyeliğine destek verenlerin oranı, son bir yılda yüzde 54'ten yüzde 49'a geriledi.




“Eurobarometre araştırması, Türklerin AB kurumlarına güvenmediğini çok net şekilde ortaya koyuyor. AB bürokrasisinin toplandığı AB Komisyonu'na duyulan güven, AB ortalamasında geçen yıl yüzde 48 iken bu yıl yüzde 50’ ye çıkıyor; KKTC'de yüzde 40’ tan yüzde 29'a ve Türkiye'de yüzde 32 seviyesinden yüzde 17'ye iniyor.”




“Araştırmada Avrupa Parlamentosu'na (AP) duyulan güvense AB ortalamasında yüzde 55, KKTC'de yüzde 33 ve Türkiye'de yüzde 20 düzeyinde bulunuyor.”




”Geçen yılki araştırmada, AP'ye güven AB ortalamasında yüzde 52, KKTC'de yüzde 42 ve Türkiye'de yüzde 34 olmuştu. Bir bütün olarak AB'ye yüzde 25 güven duyulan Türkiye'de ulusal kurumlara (hükümete, TBMM’ne) yüksek güven duyulduğu görülüyor.”




Bu gelişmelerin akabinde, AB taraftarları önce derin bir moral bozukluğu yaşadıktan sonra yeniden kamuoyunu etkileme çalışmalarına başladılar. Hem laik ve hem ulusalcı/milliyetçi olanlarla, AKP taraftarlarına yönelik propagandaya yöneldiler. Tezleri yine aynı:




AB, bir sistemdir. Her üye ülkenin çıkarlarını koruyan, zenginleşmelerini sağlayan bir yapıdır. Bu binaya giriş koşulları ve binada yaşama kuralları vardır. (Bu kuralların Türkiye için devamlı değiştirilmesine ne demeli? R.S.) Öncelikli ve vazgeçilmez ilkesi üyelerin laik-demokratik bir sistemle yönetilmeleridir.”




AB'de kilise veya cami ülke yönetemez.(Laik/ulusalcıların vehimlerinin ilacı AB!).. Asker politikaya karışamaz. Darbe yapılamaz.” (AKP yandaşlarının korkusunun çaresi de AB!.. Görüyorsunuz ki AB herkesin derdine deva.)




“Türkiye giderek muhafazakârlaşıyor. Bütün anketler bunu gösteriyor. Demek ki, siyasi partiler de bundan böyle dindarlaşacaklar ve milyonların beklentilerini karşılamaya çalışacaklar. İlerde, bu partilerden biri çıkıp, bir adım daha atıp din unsurunu ülke yönetimine tam anlamıyla sokmak istediğinde ne olacak?




Bu gidişe laik medya mı karşı çıkacak? Silahlı Kuvvetler mi dur diyecek? Darbe yapıp, milyonları tanklarla mı korkutacağız? (ABD’de de muhafazakârlık yükseliyor. ABD’de darbe olmaması ve laik kalması için AB’ye üye mi olsa acaba?)



Böyle bir olasılığa sadece AB direnebilir. Bunun koşulu da tam üyeliktir. AB ancak tam üye durumuna girmiş bir Türkiye'ye güvence sağlayabilir… Türkiye yeter ki AB kulübüne girip koşullarını yerine getirsin, kimse bizi kapı önünde bırakmaz. (M.Ali Birand 21.12.2007)




Özetle deniyor ki, Türk halkına güven olmaz. (Kendi haline bırakırsan ya davulcuya, ya zurnacıya kaçar.) Türkler ne kendilerini yönetebilir, ne demokrasiyi becerebilirler. Onların laik-demokratik bir sistemle yönetilmeleri için bir vasiye (AB) ihtiyaç vardır. (Vesayetle demokrasi nasıl bir arada olur, ABD’nin Irak’a getirdiği cinsten bir demokrasi mi acaba?)




Bu anlayış “manda ve himayeciliğin” yeni sürümü değilse nedir?




En çok da neye bozuluyorum biliyor musunuz? Türk milletinin bu kadar aşağılanmasına ve “kapı önüne konulmayan” ev köpeği olmaya razı bir anlayışın Atatürkçülük satmasına. Türk milletine güveni en büyük sermayesi ve “tam bağımsızlık hedefi” ideolojisinin temeli olan Atatürk’e bu kadar hakareti kaldıramıyorum.





26.12.2007

Hiç yorum yok: