6 Ocak 2008 Pazar

Milli ve Dini Kimlik Bağlamında Yılbaşı Kutlamaları


İnsan, biyolojik, psikolojik ve sosyo-kültürel şahsiyeti olan bir varlıktır. İnsanı diğer varlıklardan ayıran en büyük özellik ise onun sosyo-kültürel bir hayata sahip olmasıdır. Ortak sosyo-kültürel yapısı olan insanlar, benzer düşünür ve benzer davranışlar sergilerler. Bununla birlikte kişi toplum içinde kendi kimliği veya şahsiyeti (kişiliği) ile yer alır. Milletler de kendilerine has şahsiyetleriyle diğer milletler içersinde hayat sürerler. Bu anlamda nasıl kişi bütünleşemediği toplumdan dışlanırsa, kendi şahsiyetlerini kaybeden milletler de tarih sahnesinden silinip yok olurlar.



Her insanın anlayışını, şahsiyetini ve dünya görüşünü ifade eden bir benliği ve karakteri vardır. Bu benlik ve karakter, aynı zamanda onun genel tutumunu ve davranışlarını da büyük oranda etkiler. Yüce Allah’ın, “de ki: herkes kendi karakterine göre hareket eder…” (17 İsra 84) şeklindeki beyanı da bizim için konumuzu oldukça açıklayıcı mahiyettedir. Milletleri de millet yapan, onların tutum ve davranışlarını etkileyen, kendilerine özgü bir yönelime ve dünya görüşüne sahip olduklarını gösteren milli ve dini benlikleri ve karakterleri hatta daha geniş manada şahsiyet ve kimlikleridir. Mutlak güç ve kudret sahibi olan Allah’ın, “her ümmetin yöneldiği bir yönü vardır..”(2 Bakara 148) ifadeleri de herhangi bir din ve anlayışa sahip olan insanların veya milletlerin bu doğrultuda hareket edeceğini işaret etmektedir.



Bu anlamda hem insanlar hem de milletler daha geniş bir anlatımla kendi mili ve dini benlik, kimlik ve şahsiyetlerine göre tanımlanırlar. Özünü benliğin oluşturduğu kimlik veya şahsiyetin tanımı ise, insanların, grupların ve milletlerin kimsiniz, kimlerdensiniz sorusuna verdikleri cevaptır. Mesela, adım Kasım Kocaman, İbrahim Kocaman’ın oğluyum, Kocaeli’liyim Türküm ve Müslüman’ım. Burada Kasım Kocaman olmam ferdi şahsiyet ve kimliğimi, İbrahim Kocaman’dan doğmuş olmam aile kimliğimi, Kocaelili olmam yerel kimliğimi ve Türk olmam milli kimliğimi ve Müslüman olmam dini kimliğimi tasvir etmektedir. Özellikle milli ve dini kimliğimiz ve şahsiyetimiz kültürel aidiyetimizi ifade etmede önem arz etmektedir.



Bu açıklamalar çerçevesinde ülkemizdeki ve bazı Müslümanlar ülkelerde yapılmakta olan yılbaşı kutlamalarını değerlendirmek gerekir. Meseleyi bu gün sağlıklı bir şekilde değerlendirmemizi engelleyecek mecralara çekmeden, kendi benliklerimize yönelerek özellikle mensubu olduğumuz milli ve dini kimlik bağlamında sosyo-kültürel boyutlarıyla ele almamız icap etmektedir. Yılbaşı kutlama veya eğlenceleri gibi faaliyetlerin milli ve müslüman kimliğimizde yeri var mı dır? Hıristiyan kişi ve milletler için ifade ettiği anlam, bizim içinde geçerlimidir? Bu kutlamaları dini ve milli kimliğimiz bakımından masum bir kutlama olarak mı kabul etmeliyiz? Benzemeyi, dini ve milli kültür çerçevesinde ele almak koşuluyla, “hangi kavme benzerseniz, ondansınız” (Müsned,II, 50) hadisi bize nasıl bir dünya görüşü vermektedir?



Yarım yüzyılı aşkın bir süreden beri miladi takvimin benimsendiği ülkemizde, “yılbaşı” tabiriyle miladi yılın ilk günü olan 1 Ocak kastedilir. Miladi takvimin benimsenmesi ise tamamen pragmatist yani sağlayacağı uluslar arası faydalar nedeniyledir. Burada her hangi bir dini ve milli kültür kapsamında bir benimseyiş bahis mevzu değildir. Bunun birlikte hicri yılbaşı ile miladi yılbaşının dini yönden birlerinden üstünlükleri de yoktur. Yine İslam’daki bazı hükümler açısından ayların ve yılların kameri, yani ayın hareketlerini esas alan takvimle hesaplanmasının önem taşıyor olması ile bu konunun birbirine karıştırılmaması gerekir



Yılbaşı kutlamaları denilince de eski yılın sona erip yeni yıla geçildiği 31 Aralık / 1 Ocak gecesi yapılan eğlence ve faaliyetler anlaşılır. Ancak yılbaşı eğlenceleri, ilk bakışta yeni yıla girişin kutlamaları gibi gözükmekle birlikte bunun Hıristiyan Batı’nın Noel bayramıyla da yakın ilgisi bulunur.



Hıristiyan Batı’da miladi takvimin başlangıcına esas olarak Hz. İsa’nın doğum tarihi alınmış ve bu giderek diğer ülkelerde de benimsenmiştir. Bu bakımdan Hıristiyanlar aralık ayının son haftasını, doğumun arefesini teşkil etmesi bakımından, en önemli dini bayram olarak kabul etmişlerdir. Bu hafta içersinde Hıristiyanlar kiliseye giderler, ayrıca birbirlerini ziyaret edip hediyeleşirler. Dini atmosfer içinde geçen Noel bayramı akabinde ise, yeni yıla giriş büyük bir çılgınlıkla, lüks ve israfla kutlanır.



Toplumumuzda ve diğer müslüman toplumlarda “yılbaşı kutlaması” adı altında düzenlenen eğlence toplantıları ise, hiçbir kültürel ve geleneksel temele sahip değildir. Bu bakımdan Hıristiyan olmayan ülkelerde yılbaşı kutlamaları Batı’nın körü körüne taklit edilmesinin veya Hıristiyan Batı’nın kültür ihracının bir sonucudur. Ülkemizde öteden beri yılbaşı kutlamalarıyla ilgili olarak yapılan tenkitler ve gösterilen hassasiyet de buradan kaynaklanmaktadır. Kur’an-ı Kerimin ve Hz. Peygamber’in Müslümanlara diğer dini toplulukla göre farklı bir kimlik bilinci ve kültür değerleri kazandırmak için getirdiği ilke ve uygulamalar düşünüldüğünde, yılbaşı kutlamalarının, sıradan bir kutlama olarak algılanması ve tabii karşılanması mümkün olamaz.


Aksine, toplumumuzda kültürel tahribata, kimlik bunalımına yol açtığı, yeni yetişen kuşakları kendi öz değerlerinden geleneklerinden koparıp Batı’nın önce hayat tarzına alıştırdığı, sonra değer ve inanç esaslarına sıcak bakmaya ve giderek onları benimsemeye götürdüğü dikkate alınırsa, yılbaşı kutlaması, Noel ağacı süslemesi, Noel babanın hediye bırakması gibi adetlerin terk edilmesi gerekir. Bunların hepsine Hıristiyan emperyalizminin manevi fetih silahlarıyla Hıristiyan kültür unsurlarının istilasının bir uzantısı olarak bakmak icap eder. Aynı zamanda bu faaliyetler küreselleşme adı altında bütün dünyayı kuşatmaya çalışan batı kültürünün propagandasını yapan çok iyi makyajlanmış masum yüzlü zehirleyici bebekleridir.


Bunları söylerken sanılmasın biz batı medeniyetinin ürettiği insanlığa fayda sağlayan ilme ve teknolojiye düşmanız. Bunlar alınmalı ve geliştirilmelidir.



Ancak bizi kimliğimizden koparan ve kendimize yabancılaştıran kültürel unsurlara karşı kendi değerlerimize sahip çıkmalı ve onları yaşamalıyız. Burada Mehmet Akif’in dizeleri batıdan neyin alınıp alınmaması gerektiği hususunda da ışık tutacaktır.



Fransızın nesi var? Fuhşu, bir de ilhadı;

Kapıştı bunları “yirminci asrın evladı!”

Ya Alman’ın nesi var? Zevki okşayan birası;

Unuttu ayran’ı matuhe döndü kahrolası!

Heriflerin, hani, dünya kadar bedayili var:

Ulumu var; edebiyatı var, sanayi var.




Giden, birer avuç olsun getirse memlekete;

Döner muhitimiz elbet muhit-i marifete.

Kuçak kuçak taşıyor olmadık mesaviyi:

Beğenmesen, “medeniyet!”” diyor, inandık, iyi!

Ne var, biraz da maarifi getirmiş olsa ..”desek:

Emin olun, size “hamallık etmedim?” diyecek.




Günümüzde toplumların kültürel değerlerini, hatta itikadi ve ahlaki eğilimlerini, sahip oldukları hayat tarzı, ekonomik yapı, yerleşim ve ulaşım imkanı, iklim ve çevre, eğitim, folklor, örf ve adet gibi ilk bakışta konuyla ilgisiz bir çok husus derinden etkilemekte ve sonuçta mekanizma kendi değerlerini üretmektedir. Avrupa’daki Müslüman - Türk işçilerimizin çocukları ve torunlarının bu gün Batı’nın kültür ve gelenekleri altında nasıl değiştiği iyi izlenirse toplumumuza yabancı kültürlerden taşınan veya yabancı toplumlara özenti şeklinde başlayan örf ve adetlere karşı duyarlı olunmasının önemi daha iyi anlaşılır. Bunun için alınabilecek bir önlemde, kendi kültürel mirasımızdan ve dini anlayış ve heyecanımızdan kaynaklanan değerleri, gelenek ve adetleri iyileştirerek yaşatmaya ve geliştirmeye çalışmak olacaktır.



30.12.2007

Hiç yorum yok: