23 Ocak 2008 Çarşamba

Hayat, Aslında Sevgi ve Umut Dağıtmaktır




Geçen gün bana bir e-posta geldi. Çok etkilendiğimden bunu sizlerle paylaşmak istedim. Olayın kahramanı küçük bir itfaiyeci ve bu olay gerçekten yaşanmış.




Annesi, altı yaşındaki lösemiyle savaşan Bora'ya bakarken dalıp gitmişti. Kalbi, acı içinde olmasına rağmen kararlılık duygusunun da etkisini hissediyordu. Doktorlar, Bora'nın yaklaşık bir aylık ömrü kaldığını söylemişlerdi.




Her anne gibi o da oğlunun büyümesini ve umutlarını gerçekleştirmesini isterdi. Ama bu artık gerçekleşmeyecekti. Löseminin buna fırsat tanıması olası değildi.




Oysa o, oğlunun hayallerinin gerçekleşmesini istiyordu. Bora! "Büyüyünce ne olmak istediğini hiç düşündün mü" diye sordu. "Anneciğim, ben büyüyünce hep itfaiyeci olmak istedim". Annesinin içi burkuldu ama gülümsedi…





Bora'nın dileğini gerçekleştirebilir miyim acaba? diye düşündü. Ertesi gün, Ankara İtfaiye Müdürlüğü'ne gitti. Ve orada yüreği en az Ankara kadar büyük itfaiyecilerle tanıştı.



Onlara, oğlunun son isteğinden söz etti. Ve oğlunun itfaiye arabasıyla şehirde küçük bir tur atmasının mümkün olup olamayacağını sordu. İtfaiye Müdürü, bundan daha iyisini de yapabiliriz. Eğer oğlunuzu Çarşamba sabahı saat sekizde hazır ederseniz, onu o gün şeref konuğu kabul eder ve itfaiyeci kimliğine büründürürüz. Bizimle itfaiye müdürlüğüne gelir, bizimle yemek yer, yangın söndürmeye gelir. Hatta bize Bora'nın ölçülerini verirseniz, ona üzerinde Ankara İtfaiyesi'nin ambleminin olduğu gerçek bir itfaiyeci kostümü diktirir, lastik botları ısmarlarız dedi.



Üç gün sonra, bir itfaiyeci Bora'yı aldı, ona elbisesini giydirdi ve hasta yatağından itfaiye arabasına kadar eşlik etti. Bora, itfaiye arabasına kuruldu. İtfaiye Müdürlüğü'ne doğru yol almaya başladılar. Kendini çok mutlu hissediyor ve içi içine sığmıyordu.



O gün Ankara'da tam üç yangın ihbarı olmuştu. Bora, değişik itfaiye arabalarına hatta İtfaiye Müdürü'nün resmi arabasına da binmişti.



Hayallerinin gerçekleşmesi, gösterilen sevgi ve ilgi, Bora'ya o kadar moral vermiş, onu o kadar etkilemişti ki, doktorların verdiği süre tam altı ay aşılmıştı.



Ancak bir gece Bora'nın bütün yaşam belirtileri, dramatik bir şekilde yok olmaya başladı. Hiç kimsenin yalnız ölmemesine inanan başhemşire, aile bireylerini hastaneye çağırdı. Daha sonra Bora'nın itfaiyede geçirdiği en mutlu günü hatırladı.



İtfaiye Müdürlüğü'ne telefon açıp, Bora'nın bu dünyaya veda ederken yanında özel kıyafetleri içinde bir itfaiyecinin bulunması mümkün mü diye sordu.



İtfaiye Müdürü, küçük itfaiyecinin son anlarını yaşadığını duyunca göz yaşlarına engel olamadı. Titrek bir sesle: Elbette dedi. Hatta bundan daha iyisini de yapabiliriz. Beş dakika içinde oradayız. Ancak, sirenlerin çaldığını duyduğunuzda, paniğe yol açılmaması adına yangın olmadığını, sadece itfaiyecilerin önemli bir meslektaşları ziyarete geldikleri anonsunu yapar mısınız? Ve lütfen sirenleri duyduğunuzda Bora'nın odasının penceresini açınız diye cevapladı.



Yaklaşık beş dakika sonra siren sesiyle birlikte hastaneye çengel ve merdiven taşıyan itfaiye arabası geldi. İtfaiyeciler merdiveni açtılar ve Bora'nın 5. kattaki odasına doğru yaklaştılar. Tam on dört itfaiyeci Bora'nın odasına girdiler. Annesinin izniyle onu kucakladılar ve ona, onu çok sevdiklerini söylediler.



Ölümle pençeleşen Bora, İtfaiye Müdürü'ne baktı ve; efendim ben şimdi gerçekten itfaiyeci miyim diye sordu. Göz yaşlarını belli etmemeye çalışarak; bundan şüphen mi var Bora diye cevapladı Müdür. Bu kelimelerden sonra, Bora gülümsedi ve gözlerini sonsuza dek kapattı.



Bora'nın dramından hareketle, başımızı ellerimizin arasına alıp biraz düşünelim.



Varsayalım bir arkadaşımızın bir aylık ömrü kaldığını, onunla kavga eder miyiz? Alay eder miyiz? Kıskanır mıyız? Şikayet eder miyiz? Kısacası onu üzecek en ufak bir söz veya davranışta bulunabilir miyiz? Cevabımız hayır değil mi?



Aynı şeyleri kardeşimiz içinde, anne-babamız içinde düşünebiliriz. Cevabımız yine hayır olacaktır herhalde.



Bu sorulara hayır cevabını vermek için, sevdiklerimizin bir aylık zamanının kalmasını beklemeyelim.



Yedi yüzyıldan uzunca bir süre önce Anadolu'da yaşamış Yunus Emre, bizleri sevgiye, kardeşliğe, anlayışa, dayanışmaya ve barışa çağırır ve



Gelin tanış olalım,

İşi kolay kılalım,

Sevelim sevilelim,

Dünya kimseye kalmaz



diye belirtir.



Bir büyüğüm bana, Hasan'ım, hepimizin doğrusu, yanlışı, eksiği vardır. Önemli olan doğrularla birlikte olmaktır. Eksik ve yanlışları gündeme getirerek bir yere varamayız. Birliği, bütünlüğü, sevgiyi, saygıyı sağlayamayız diye çok yerinde tavsiyelerde bulunmuştu.



Sevgi ve umut dağıtmak için geç kalmayalım. Sonradan pişman olmamak için elimizdekilerin kıymetini bilelim.



Bizleri yönetenler de bu anlayışa sahip olabilse…




1 yorum:

Adsız dedi ki...

Son zamanlarda yazdığınız içerikli yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. Sizi Eskişehir'den takip ediyorum. Yine çok güzel bir olguyu gündeme getirmişsiniz: Pozitif Olmak.

Pozitif insanların bu enerjilerini kısa sürede yakın çevrelerine de bulaşıtrdıklarına defalarca şahit oldum.

Tenkit etmeyi sevdiğimiz kadar teşekkür edebilmeyi de sevdiğimiz zaman, bireysel olarak değişeceğimizi ve bulundğumuz ortama da pozitif bir hava katacağımızı düşünüyorum.

Çevredeki mutsuzlukların bana göre önemli sebeplerinden bir tanesi sonsuz dünya hırsı, elindekilerin kıymetini bilememek, mutluluğu hep daha fazlada görmek alıkanlığıdır. Stresi ve gerginliği de bu tür davranış biçimleriyle paralel görüyorum.

Güzel yazınız için teşekkür ediyorum. Kaleminize sağlık