17 Ocak 2008 Perşembe

Liderler ve Takımları


“İsrail'de (Kudüs'te), 10 Ocak'ta ABD Başkanı George W. Bush, İsrail hükümet yetkilileri ve muhalif vekillerin bulunduğu akşam yemeğinde ilginç bir olay yaşandığı ortaya çıktı.”



Bush yemekte, İsrail Başbakanı Ehud Olmert'i övmede ölçüyü kaçırdı. Son dönemde hükümeti sallantıda olan Olmert'e arka çıkması, muhalifleri rahatsız edince Bakan Rice tarafından uyarıldı. Bush, "İçişlerinize karışmak istemem. Ancak Olmert güçlü bir başbakan. Ona sahip çıkın" dedi. Bu sözleri koalisyon ortağı lideri ile muhalefet partilerinin liderlerini rahatsız etti. Bush'un konuşmayı sürdüreceğini gören Rice, bir not yazıp Bush'a uzattı. Notu okuyan Bush, yemektekilere "Bana diyor ki artık konuşma, kapa çeneni!" deyiverdi. Durum salonda gülüşmelere yol açtı.”



Üst kademelerde görevli kişilerin yardımcısı veya danışmanı durumunda olanlar zaman zaman buna benzer müdahaleler yapar. Yani kurumun başında olan “patron” veya “lider” bazen yanlış davranışlarda bulunabilir. Devletin veya kurumun bu hatalardan zarar görmemesi için dışarıdan hissedilmeyecek şekilde ikazda bulunurlar.



Bu haberde farklı olan liderin bu ikazı esprili bir şekilde açıklaması.



Bu haberi okuduktan sonra şu sorular aklıma takıldı:



Acaba benzer bir müdahale Süleyman Demirel’e, Bülent Ecevit’e, Tansu Çiller’e, Kenan Evren’e, Turgut Özal’a, Tayyip Erdoğan’a, Abdullah Gül’e yapılsaydı (mutlaka çok sayıda uyarılar yapılmıştır) onlar böyle bir açıklamayı benzer bir üslupla yapabilirler miydi?



Patrona “artık konuşma, kapa çeneni” diyen Bakan, yardımcı veya danışmanın bu ikazına büyük hoşgörü gösterilmesindeki sebep neydi?



Beni bu açıklamayı yapan Başkan’ın medeni cesareti, özgüveni ve Bakan’ının ihtisas alanına ve iyi niyetine (devleti adına doğru olanı yaptığına) olan güveni etkiledi.



Açıklama tarzı Bush’un kendi hatasının farkına vardığını da göstermekte ve muhataplarından diplomatça bir özür dilemeyi de içinde bulundurmaktadır. Bush’u politikaları sebebiyle sevmem. Ancak bir lider olarak bu açıklama tarzını beğendiğimi itiraf ediyorum.



Liderler yardımcılarını yüceltmekle kendilerini küçültmez, bilakis büyütürler.




Güven ve Yetki Devri:



Bir devletin, bir siyasi hareketin, bir sivil toplum örgütünün, bir şirketin, bir ailenin başında gördüğümüz seçilmiş veya atanmış kişiler dışarıdan bakıldığında o kurumun “lideri” olarak algılanırlar. Ancak bu kişilerin bir kısmı gerçekten lider özellikleri taşımasına rağmen, bazıları klasik anlamıyla yöneticilik (idarecilik) yapmaktadır.



Para, maliyetler, bilgi, zaman, araç-gereç, tesis ve fiziksel kaynaklar gibi nesneler yönetilirler. Çünkü seçme gücü ve özgürlüğü bulunmayan nesneleri iyi yönetir ve kontrol ederseniz, klasik anlamıyla iyi bir yönetici olur ve istenen başarıyı sağlarsınız. Ancak “insanlar nesnelerden farklı olarak seçme gücü ve özgürlüğüne sahiptir.” Bu sebeple organizasyonlarda insan ilişkilerini yürüten her kademedeki yöneticinin liderlik etmesi gerekmektedir.



“Bütün kurumlar, en iyileri bile, kesinlikle sorunlarla doludur.” Bu sorunların çoğu (genellikle %80’ i) insan ilişkilerinden, daha küçük bir kısmı (%20’ si ise) nesnelerin yönetiminden kaynaklanmaktadır.



Yöneticiler insan yaratılışına dair yanlış değer sistemi içindelerse, insanların gerçek potansiyellerini ortaya çıkaramayan sistemler uygulamaya başlar. Havuç-sopa paradigması içerisinde, kontrol, kurallar, işten atma, ödül, ceza, eğitim, performans değerlendirmesi gibi sistematik gözüken çözüm yollarının da çare olmadığı görülür.



Bu paradigma (değerler dizisi) güvensizlik esasına dayanır, bu nedenle kontrolü elinde tutmaya çalışan ana-baba/patron/başkan/müdür/bakan bütün yetkileri eline alır. Patron rolünü üstlenen kişinin çıkış noktası aynıdır: “hepimiz için en iyi ve en doğruyu ben düşünürüm. Siz sadece size söyleneni yapın, koyduğum kurallara uyun, düşünmeyi bana bırakın.”



Böylece aileden devlete kadar organizmalar, güvensizlik esası üzerine gelişen böyle bir yapısal sorun içine düşmüşse, ailede iç çatışmalar; şirketlerde piyasa başarısızlığı, zarar etmeler, personel çıkarmalar; siyasi partilerde seçim başarısızlıkları; devletlerde ise kişisel menfaatlerin toplum menfaatinin üzerine çıkması ve vaziyeti idare etme anlayışı gibi çürümeler başlar.



Bu olumsuz duruma düşmemenin veya düşülmüşse kurtulmanın yolu, var olan bu zihniyeti değiştirmekle başlar. İnsanın kendisine güven duyulması ve değer verilmesi ile içinde bulunduğu kuruma mensubiyet duygusunun, özgüveninin, mutluluğunun ve verimliliğinin arttığı görülmektedir. Aile içi mutluluk ve saadetin de, kurumsal bağlılığın da ilk adımları böylece atılabilmektedir.



Ancak bu liderlik görevi sadece kurumun başında resmen var olan “patron”a ait bir sorumluluk değildir. Kurum içinde yer alan bireylerin de sorumluluğu vardır ve bu, patronu eleştirmek değil onu tamamlamaktır.



Türk ailesinde genel olarak, kanunlardan kalksa bile, erkeğin ailenin reisi olduğu kabul edilmekle beraber, kadınların ailenin yönetimindeki etkin tamamlayıcı rolü ve üslubu (ve hatta dışa vurulmayan liderliği) dikkat çekicidir. Ancak, yine genel olarak ifade edelim ki, çocuklarımıza ve gençlerimize yeterince güvendiğimiz ve onları yetkilendirdiğimiz söylenemez.



Kurumlarımızda da resmi liderler, mensuplarına karşı, çocuklarımıza davrandığımız gibi davranmakta, yeterince güven duymamakta ve yetki devrinde son derece cimri bir tutum sergilemektedir.


Hiç yorum yok: