5 Ocak 2008 Cumartesi

Pilini Bitirmek


Geçirdiğimiz Kurban Bayramı’nda tanıştığımız bir güzel insandan bir öykücük dinledim. Daha önce duyduğumda beni sadece tebessüm ettiren öykücük bu defa düşündürdü: Zenginlerden birinin birkaç uşağı vardır. Bir gün diğer uşakların ve konuklarının da bulunduğu ortamda zengin, uşaklardan birinin eline bir el feneri verip sigarasını yakmasını söyler. Uşak fenerle sigarayı yakmaya çalışır. Uşağın aptallığına gülerek eğlenen efendi, çevresindekilerinin de gülmesini bekler. Bu davranışı insanlık onuru adına hazmedemeyen konuklardan biri uşağı çağırır, ona: “Sigaranın fenerle yanmayacağını sen bilmiyor musun ki böyle yapıyorsun, kişileri kendine güldürüyorsun?” der. Bunun üzerine uşak: “Biliyorum, amacım onun pilini bitirmek.” diye cevap verir.


Siz, uşağın verdiği cevabı zayıf bir savunma gerekçesi kabul edebilirsiniz. Bence bu cevapta güçlü bir istihza, dolaylı bir alaya alma vardır. “Pilini bitirmek” sözünü deyim anlamıyla da düşünürsek, güzel bir kinaye çıkar ortaya.



Hiçbir olumsuzluk, onu yapanın yanına kar kalmıyor. O, bir şekilde size dönüyor. Kişilerin, attığı iftira ile karşılaşmadan veya başkalarına yaptığı bir kötülüğü kendisinin de bizzat yaşamadan ölmeyeceği inancı var bende. Her olay, kendi tepkisini fıtratında barındırıyor. Gerçekleştirdiğiniz olayların tepki olarak size dönüşü, bir gölgenin cismine olan yakınlığı kadar. Gecenin gündüze veya gündüzün geceye mecbur olması gibi, her olay, orijini kendisinden kaynaklanan başka bir tepkisel olaya mahkûm.


Öğrencilerime bir gün, dersi güzel anlatmamın, onlara iyi davranmamın kendilerini önemsememle ilgili olmadığını söylediğimde biraz tepki gösterdiler. Devam ettim: “Ben biliyorum ki, ben sizi önemser, size yararlı ve model olursam, sizi donanımlı ve iyi insan olarak yetiştirirsem, sizler de benim çocuklarımı hatta torunlarımı iyi insan olarak yetiştireceksiniz. Sizler benim neslim için birer öğretmen, mühendis, doktor olacaksınız. Sonuçta benim neslime hizmet edeceksiniz. Kendimi önemsediğim için sizi yetiştirmek zorundayım.” dedim. Neden-sonuç ilişkisine dayanan bu izah, öğrencilerimi tebessüm ettirdi. İşin, gerçekte, doğrusu da bu değil midir?


Yaşamında birtakım güçleri elinde bulunduranlar, güçlerini başkalarını ezmek veya kendi çıkarlarını korumak için bulunduranlar, bu güçlerinin devamlılığından emin olmamalıdırlar. Onların, güç namına kullandıkları yetki veya servet, bir gün boyunlarına geçirilmiş kement olabilir. Eylemlerinin, kendi altlarını oyan bir etkinlik olduğunu bir zaman sonra anlayabilirler. Hitler, Mussolini, Neron ve yakın tarihimizde Saddam Hüseyin olağanüstü güce sahip idiler. Eylemleriyle kendi sonlarını hazırladıklarını fıkradaki Temel gibi anladılar; ama iş işten geçmiş oldu. İdama mahkûm edilen Temel’e son arzusunu sorarlar. Temel: “Ha bu bana bir ders olsun.” der. Bir acizliğin, bir çaresizliğin, bir pişmanlığın ifadesidir bu.



Dünya, bir vadi. Bu vadide söylediğin her söz yankılanıp, çıkardığın her ışık, er ya da geç, yansıyıp seni buluyor. Attığı okun, bir gün kendilerini vurmayacağını sananlar, yanılıyorlar. Yine, kendini akıllı, âlemi aptal sananlar da yanılıyorlar. Böyleleri, zaman içinde, aptal olduklarını anlıyorlar. Hayat denen girift süreçte hiçbir nitelik, kişinin kalıcı özelliği olamıyor. Nitelikler, doğrular, yanlışlar kişilere göre değişiyor. Söylenen hangi sözün, yapılan hangi davranışın neye göre doğru olduğunu belirleyememek sıkıntısı bazen hayatımızı kâbusa çeviriyor.



Dünya denen handan pek çok insan geçti. Bir gün biz de bu hanın kapısını kendimiz için kapatacağız. Önemli olan, bu handa kaldığımız sürece iyi işler yapmak, buradan güzel hatıralarla ayrılmak. Bunun için, kendimize yapılmasını istemediğimiz bir işi başkalarına yapmamalıyız. Rüzgâr ekenin fırtına biçeceğini bilmeliyiz. İnsanları küçümsememeli, yaratılmışları Yaradan’dan dolayı sevmeliyiz. Sonu gelmeyen ihtirasların, bize hatalar yaptıran şımarıklıkların esiri olmamalıyız. Bunların zıddı bir uygulama bizi yüceltmeyecek; bilakis aşağılık bir varlık haline getirecektir.


Hiç yorum yok: